Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak diyarların birinde, etrafı yemyeşil ormanlarla çevrili muhteşem bir saray varmış. Bu sarayda altın sarısı uzun saçları, deniz mavisi gözleri olan Prenses Tuana yaşarmış. Yalnızca güzelliğiyle değil merhametli yüreği ve iyilikseverliğiyle de tanınırmış.
Günlerden bir gün güneş tüm ihtişamıyla parlarken sarayın bahçesinde gezintiye çıkmış. Her zamanki gibi bahçede açan rengarenk çiçekleri koklamak, meyve ağaçlarının altında dinlenmek istiyormuş. Kuşların cıvıltısı, arıların vızıltısı ve rüzgârın yaprakları okşayan nefesi ona eşlik ediyormuş.
Yaşlı söğüt ağacının altında dinlenirken yakınlardan gelen hafif bir ciyaklama sesi duymuş. Sesin geldiği yöne doğru ilerlediğinde çalıların arasında parlak tüyleri güneş ışığında altın gibi parlayan küçük bir kuş görmüş. Zavallı kuşun bir kanadı ve bir ayağı kırıkmış ve acı içinde çırpınıp duruyormuş.
— “Minik dostum, sana ne oldu?” demiş Tuana yumuşak bir sesle.
Kuş korkmuş gözlerle ona bakmış ama kaçacak gücü yokmuş. Tuana hemen sarayın bahçıvanının kulübesinden ufak bir sepet almış ve içine yumuşak yapraklar yerleştirmiş. Yavaşça incinmiş kuşu kaldırmış ve sepete yerleştirmiş.
— “Merak etme, küçük dostum. Seni iyileştireceğim.” demiş şefkatle.
Şifalı Otlar ve İyileşme

Sepeti alıp doğruca sarayın şifalı bitki bahçesine gitmiş. Yaşlı şifacı Ayşe Kadın’ın ona öğrettiği şifalı otları toplamış ve bir merhem hazırlamış. Sonra kuşun kanadını ve ayağını dikkatle küçük tahta çubuklarla sabitlemiş, üzerine hazırladığı merhemi sürmüş. Kuş başlangıçta biraz direnmiş ama sonra Tuana’nın nazik dokunuşları onu sakinleştirmiş.
— “İlaçlar bazen acı verir. Ama aynı zamanda seni iyileştirir.” diye fısıldamış Tuana.
Prenses, kuş için sarayındaki odasının penceresinin yanına küçük bir yuva hazırlamış. Yuvaya en yumuşak kumaşları yerleştirmiş, yanına taze su ve ufak tohum taneleri koymuş. Gün boyunca kuşun yanından ayrılmamış ve ona ninni söylemiş, masallar anlatmış.
Günler günleri kovalamış… Prenses her sabah uyanır uyanmaz ilk iş olarak küçük kuşa bakıyormuş. Her gün merhemleri tazeliyor, taze yiyecekler getiriyormuş. Sarayda yaşayanlar prensesin bu kadar özenle bir kuş için çabalamasına şaşırıyorlarmış. Ama maalesef Tuana’nın kalbindeki merhameti anlayamıyorlarmış.
— “Bir prensesin yapacak daha önemli işleri yok mu?” diye fısıldaşıyorlarmış aralarında.
Tuana ise onları duymuyormuş bile. O, can taşıyan her varlığın değerli olduğuna inanırmış. “En küçük canlıda bile kocaman bir dünya vardır.” dermiş hep.
Konuşan Kuş

Aylar geçmiş, mevsimler değişmiş. Kuşun kanadı ve ayağı artık iyileşmiş. Minik kuş, Tuana’nın odasında özgürce uçabiliyor, omzuna konuyor, eliyle verdiği yemekleri yiyormuş. Aralarında öyle güçlü bir bağ oluşmuş ki kuş artık onun en yakın arkadaşı olmuş.
Bir sabah Tuana gözlerini açtığında, odanın içinde bir melodinin dalgalandığını duymuş. Bu, daha önce hiç duymadığı, içine huzur veren büyülü bir melodiymiş. Yatağından doğrulup etrafına bakındığında, melodinin küçük kuştan geldiğini fark etmiş. Kuş, pencerenin kenarında oturmuş, şarkı söylüyormuş.
— “Günaydın, sevgili Prensesim!” demiş kuş birden.
Tuana kulaklarına inanamamış. Gözlerini ovuşturmuş, belki de hâlâ rüya görüyorum diye düşünmüş.
— “Sen… Sen konuşabiliyorsun!” diye kekelemiş.
Kuş kanatlarını açmış ve havalanarak Tuana’nın yanına gelmiş.
— “Evet, konuşabiliyorum!” demiş yumuşak, melodili bir sesle. “Ve bu, seninle paylaşmam gereken sırların sadece ilki.”
Prenses Tuana hayretle kuşa bakmış.
— “Nasıl yani? Sen sıradan bir kuş değil misin?”
Kuş başını yana eğmiş ve gülümsemiş.
— “Hayır, sevgili Prensesim. Ben uzak diyarlardan gelen büyülü bir varlığım. Kötü bir büyücünün laneti yüzünden bu hale geldim. Ama senin iyiliğin, sevgin ve şefkatin sayesinde büyünün etkisi azalmaya başladı.”
Büyülü Görev

Tuana ağzı açık bir şekilde kuşu dinlemiş:
— “Peki, kim olduğunu söyleyebilir misin?” diye sormuş merakla.
— “Ben, Işıklar Diyarı’nın Peri Prensesi Alara‘yım.” demiş kuş. “Kötü kalpli Büyücü Karanlık, gücümü kıskanıp beni lanetledi. Şimdi sana bir sır vereceğim…”
— “Eğer Güneşin İlk Işığı Çeşmesi‘nden su getirirsen büyü tamamen kırılacak ve eski halime döneceğim!” demiş.
— “Güneşin İlk Işığı Çeşmesi mi?” diye sormuş Tuana. “Böyle bir çeşme olduğunu hiç duymadım.”
— “Çünkü o, sıradan insanların bilmediği bir yerde gizli!” diye açıklamış kuş. “Büyük Orman’ın derinliklerinde, Pus Dağları’nın ardında, Yedi Pınar Vadisi’nin tam ortasında bulunuyor. Bu çeşme her sabah güneşin ilk ışıklarını alır ve o ışıklar suyun içinde hapsolur. Bu nedenle en güçlü büyüleri bile bozabilir.”
Prenses Tuana düşüncelere dalmış. Büyük Orman, krallığın en uzak ve en tehlikeli bölgesiymiş.
— “Bu yolculuk tehlikeli olacak!” demiş kuş, sanki Tuana’nın düşüncelerini okuyormuş gibi. “Ama senin cesaretin ve merhametin sayesinde başaracağına inanıyorum.”
Tuana derin bir nefes almış.
— “Sana yardım edeceğim ama yalnız gidemem. Güvenebileceğim arkadaşlara ihtiyacım var.” demiş kararlılıkla.
Kuş, sevinçle kanatlarını çırpmış.
— “Merak etme, sana rehberlik edeceğim. Ve yolda sana yardım edecek dostlar bulacağız.”
Böylece Prenses Tuana hazırlıklara başlamış. Gece yarısı en sade elbiselerini giymiş, küçük bir çantaya yiyecek, su ve birkaç değerli eşya koymuş. Kuş da onun omzuna konmuş ve saraydan gizlice ayrılmışlar.
— “Yolumuz uzun ve zorlu olacak,” demiş küçük kuş. “Ama unutma, gerçek dostluk ve iyilik, en karanlık yolları bile aydınlatabilir.”
Yeni Dostlar

Tuana ve küçük kuş saraydan uzaklaşıp Büyük Orman‘a doğru yol alırken gün ağarmaya başlamış. Ormanın kenarında, yemyeşil çimenlerin üstünde otururken, Tuana birden yanlarına yaklaşan minik bir tavşan görmüş. Bembeyaz tüyleri olan bu tavşan meraklı gözlerle onlara bakıyormuş. Kuş hemen Tuana’nın omzundan uçup tavşana yaklaşmış.
— “Günaydın, Pamuk! Seni görmek ne güzel.” demiş
Tuana şaşkınlıkla kuşa bakmış.
— “Siz birbirinizi tanıyor musunuz?”
Kuş başını sallamış.
— “Pamuk ormanın en hızlı ve en cesur tavşanıdır. O da büyülü bir varlık, tıpkı benim gibi!”
Tam o sırada ağaçlardan hızla inen çevik bir sincap da yanlarına gelmiş. Kızıl tüyleri güneşte parlıyormuş.
— “Bu da Fındık.” diye tanıtmış kuş. “Ormanın en kurnaz ve en zeki sincabı.”
Pamuk ve Fındık, Prenses Tuana’ya doğru ilerlemişler.
— “Merhaba Prenses, yolculuğunuzda size eşlik etmeye geldik.” demiş Pamuk.
— “Evet, Kuş Prenses bize haber verdi.” diye eklemiş Fındık.
Tuana hayretler içinde kalmış. Ve böylece dört arkadaş Büyük Orman’ın derinliklerine doğru yolculuğa başlamışlar.
Ormanın Sırları

Büyük Orman dışarıdan bakıldığında karanlık ve ürkütücü görünüyormuş. Ama içine girdiklerinde büyüleyici bir dünyayla karşılaşmışlar. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları, yerdeki çiçekleri ve yosunları aydınlatıyor, rengârenk böcekler ve kelebekler havada dans ediyormuş.
— “Orman, ruhuna göre seni karşılar.” demiş küçük kuş. “Kötü niyetle gelenlere karanlık ve tehlikeli, iyi yürekli olanlara ise cömert ve yardımseverdir.”
O esnada çalıların arasından bir hışırtı duyulmuş. Hemen koşarak kalın bir dalın arkasına saklanmışlar. O sırada karanlık tüyleri olan büyük bir karga önlerindeki açıklığa konmuş.
— “İşte Karga Kara!” diye fısıldamış kuş. “Büyücü Karanlık’ın sadık hizmetkârı. Bizi izliyor olmalı.”
Karga keskin gözleriyle etrafı taramış.
— “Biliyorum buradasınız! Küçük peri, seni bulacağım ve efendime götüreceğim. O çeşmeye ulaşmanıza asla izin vermeyeceğim!” diye bağırmış kısık ve kötücül bir sesle.
Sonra kanatlarını çırparak yükselmiş ve ormanın üzerinde geniş daireler çizmeye başlamış.
— “Ne yapacağız şimdi?” diye sormuş Tuana endişeyle.
Fındık ağaçları işaret etmiş:
— “Ağaçların altından gideceğiz. Karga bizi ağaçlar arasından göremez.”
Böylece sık ağaçların altından geçerek ilerlemeye başlamışlar. Fındık önden gidiyor, Pamuk arkada tetikte bekliyor, kuş ise Tuana’nın omzunda yol gösteriyormuş.
Akşam olduğunda büyük bir sedir ağacının kovuğunda konaklamaya karar vermişler. Tuana çantasından çıkardığı yiyecekleri paylaşmış. Dört arkadaş ateş yakmadan, fısıltıyla sohbet etmiş ve daha sonra uyumuşlar.
Pus Dağları’nın Zorlu Sınavı

Ertesi sabah dört arkadaş yola koyulmuş. Ormanın sonuna geldiklerinde karşılarında heybetli Pus Dağları yükseliyormuş. Dağların zirvesi, adından da anlaşılacağı gibi, kalın bir sis tabakasıyla kaplıymış.
— “Pus Dağları’nı aşmak için üç zorlu sınavı geçmemiz gerekiyor.” demiş küçük kuş. “İlk sınav cesaret, ikincisi zekâ, üçüncüsü ise dostluk sınavı.”
Birinci Sınav
Dağın eteğine vardıklarında önlerine dikilen kayalık bir yokuş görmüşler. Bu yokuşun tam ortasında ağzından alevler saçan kocaman bir ejderha duruyormuş. Tuana’nın yüreği ağzına gelmiş.
— “Gerçek bir ejderha mı o?”
Fındık başını iki yana sallamış.
— “Hayır, bu sadece bir yanılsama. Dağ, korkularımızı kullanarak bizi test ediyor. Yüreğindeki cesaretle ilerlemen gerek.”
Prenses Tuana derin bir nefes almış. Ejderhaya doğru adım adım yürümüş. Her adımda kalbi daha hızlı atıyormuş. Ejderha onun yaklaştığını görünce daha da büyümüş ve alevleri daha yükseğe püskürtmeye başlamış.
— “Korkmuyorum! Dostlarımı korumak için bu dağı aşacağım.” demiş Tuana yüksek sesle.
Ejderhaya doğru yürümeye devam etmiş. Tam ejderhanın önüne geldiğinde gözlerini kapatmış ve bir adım daha atmış. O anda ejderha bir duman bulutu gibi dağılmış ve yol açılmış.
İkinci Sınav
İkinci sınav dağın ortasındaki bir mağarada onları bekliyormuş. Mağaranın girişinde, üzerinde garip işaretler olan taş bir kapı varmış.
— “Bu da Zekâ Sınavı,” demiş kuş. “Kapının üzerindeki bilmeceyi çözmeliyiz.”
Taş kapının üzerinde şu sözler yazıyormuş:
Geceleri çoğalır, gündüzleri yok olur.
Gölgelerin efendisi, karanlığın dostudur.
Işık ondan kaçar, o ışıktan korkar.
Nedir bu?
Hepsi düşünmeye başlamış. Hatta prenses bilmeceyi birkaç kez daha okumuş.
— “Yıldızlar olabilir mi?” diye sormuş Pamuk. “Geceleri görünürler, gündüzleri gökyüzünde kaybolurlar.”
— “Ama yıldızlar ışıktır, ışıktan korkmazlar.” deiye cevap vermiş Fındık.
Tuana’nın aklına birden parlak bir fikir gelmiş:
— “Buldum! Cevap karanlık olmalı! Gece çoğalır, gündüz yok olur. Gölgeler karanlıkta büyür ve ışık geldiğinde karanlık kaybolur.”
Taş kapının üzerindeki işaretler parlamaya başlamış ve kapı yavaşça açılmış. İkinci sınavı da geçmişler.
Üçüncü Sınav
Son sınav dağın zirvesindeki dar bir köprüymüş. Köprünün altında derin bir uçurum uzanıyormuş. Ancak köprü o kadar darmış ki tek sıra halinde bile zor geçiliyormuş.
— “Bu da Dostluk Sınavı,” demiş kuş. “Köprüden geçmek için birbirimize güvenmemiz gerekiyor.”
Tam köprüye adım atacakları sırada karşı taraftan Karga Kara belirmiş.
— “Sizi yakaladım!” diye bağırmış karga. “Daha ileri gidemezsiniz!”
Kanatlarını çırparak üzerlerine doğru hücum etmiş. Tuana ve arkadaşları kendilerini yere atmışlar. Karga tekrar havalanmış ve üzerlerine doğru pike yapmış.
— “Ne yapacağız?” diye bağırmış Tuana.
Tam o sırada küçük kuş bir melodiye başlamış. Öyle güzel, öyle etkileyici bir melodiymiş ki Karga Kara bir an havada donakalmış. Kuşun şarkısı giderek yükselmiş ve tüm dağı kaplamış. Bu müzik, Karga’nın üzerinde büyülü bir etki yaratmış. Kanatları ağırlaşmış ve yere konmak zorunda kalmış.
— “Hadi, şimdi köprüden geçme zamanı!” demiş Fındık.
Köprü sallanıyor ve gıcırdıyormuş. Tek sıra halinde ilerlemeye başlamışlar. Önce Fındık, sonra Pamuk, ardından Tuana ve en son küçük kuş… Her adımda köprü biraz daha sallanıyormuş. Tam ortaya geldiklerinde köprünün ipleri kopma sesleri gelmeye başlamış.
— “Koşun!” diye bağırmış Tuana.
Hepsi var güçleriyle koşmaya başlamışlar. Köprü arkalarından çökmeye başlamış ancak son bir hamleyle kendilerini karşı tarafa atmayı başarmışlar.
Yedi Pınar Vadisi

Dağın diğer tarafına geçtiklerinde önlerinde muhteşem bir manzara belirmiş. Yedi Pınar Vadisi, yemyeşil çayırları, rengârenk çiçekleri ve berrak akan dereleriyle göz alıcıymış.
— “İşte Yedi Pınar Vadisi,” demiş kuş. “Güneşin İlk Işığı Çeşmesi, bu vadinin tam ortasında bulunuyor.”
Vadiye indiklerinde yedi farklı pınarın yedi farklı yönden akıp bir gölün içinde birleştiğini görmüşler. Bu gölün ortasında altından yapılmış gibi parlayan küçük bir ada varmış. Adanın üzerinde ise kristal bir çeşme duruyormuş.
— “İşte, Güneşin İlk Işığı Çeşmesi!” diye bağırmış kuş heyecanla.
Ama göle nasıl geçeceklerini düşünürken Karga Kara tekrar ortaya çıkmış:
— “Hiçbir yere gidemezsiniz! Efendim Büyücü Karanlık bu çeşmenin suyunu almanızı istemiyor!” diye bağırmış.
Sonra gökyüzünde süzülerek alçalmış ve küçük kuşa saldırmış. Prenses Tuana hemen elini uzatıp kuşu korumaya çalışmış ama karga çok hızlıymış. Küçük kuş, kargadan kaçmak için gökyüzüne yükselmiş.
— “Biz göle ulaşmaya çalışacağız, sen onu oyala!” diye seslenmiş Tuana.
Pamuk ve Fındık vakit kaybetmeden göle doğru koşmaya başlamışlar. Tuana da onları takip etmiş. Göle vardıklarında suyun üzerinde küçük taşlar olduğunu görmüşler. Tuana taşların üzerinden sekerek ilerlemeye başlamış. Dengesi çok iyiymiş ama taşlar ıslak ve kaygan olduğu için birkaç kez düşme tehlikesi yaşamış fakat sonunda adaya ulaşmayı başarmış.
Kristal çeşmenin başına geldiğinde yanında getirdiği küçük şişeyi çıkarmış ve çeşmeden akan suyla doldurmuş. Bu sırada gökyüzünde küçük kuş ve Karga Kara’nın mücadelesi devam ediyormuş. Küçük kuş son gücüyle bir şarkı daha söylemeye başlamış. Öyle güçlü söylemiş ki tüm vadi titremiş. Şarkının büyüsüyle Karga Kara’nın kanatları taşa dönüşmeye başlamış ve ağır ağır yere düşmüş.
Tuana hızla taşların üzerinden geri dönmüş ve arkadaşlarına kavuşmuş. Küçük kuş da yanlarına gelmiş ama çok yorgun görünüyormuş. Prenses şişeyi açmış ve kuşun gagasına birkaç damla su damlatmış. Aniden gökyüzünden parlak bir ışık huzmesi inmiş ve küçük kuşu sarmalamış. Işık o kadar parlaklaşmış ki herkes gözlerini kapatmak zorunda kalmış.
Peri Prensesi Alara

Işık yavaşça azalmaya başlamış ve karşılarında siyah uzun saçları, yeşil gözleri ve sırtında parlak kanatları olan genç bir peri belirmiş. Üzerinde altın işlemeli, gökkuşağı renklerinde bir elbise varmış.
— “Alara!” diye sevinçle bağırmışlar Pamuk ve Fındık bir ağızdan.
Genç kız nazikçe gülümsemiş ve Tuana’ya doğru yaklaşmış.
— “Sevgili Prenses, gösterdiğin merhamet, cesaret ve dostluk sayesinde özgürlüğüme kavuştum. Ben, Işıklar Diyarı’nın Peri Prensesi Alara‘yım.” demiş.
Tuana’nın dudaklarında şaşkın bir gülümseme belirmiş:
— “Nasıl oldu da büyülü bir kuşa dönüştün?” diye sormuş.
Alara iç çekmiş:
— “Büyücü Karanlık, krallığımızı ele geçirmek istiyordu. Bu nedenle gücümü kıskanıyor ve beni ortadan kaldırmak için türlü kötülükler düşünüyordu. Bir gün beni tuzağa düşürdü ve güçlü bir büyüyle kuşa dönüştürdü. O günden beri yardım arayışındaydım.”
— “Ve beni buldun!” demiş Tuana.
— “Hayır, sen beni buldun!” demiş Alara gülümseyerek. “Beni sarayının bahçesinde yaralı halde gördüğünde yardım etme kararını sen verdin. Kalbin öyle temiz ve merhametli ki büyünün bozulması için gereken kişi olduğunu hemen anladım.”
İyilik Tohumları

Alara tekrar Tuana’ya dönmüş:
— “Bana yaptığın iyilik için sana minnettarım, Prenses. Şimdi sana bir hediye vermek istiyorum.”
Elini uzatıp avucunu açmış. Avucunun içinde gökkuşağının tüm renklerinde parlayan küçük tohumlar varmış.
— “Bunlar ‘İyilik Tohumları’. Bu tohumları sarayının bahçesine ekersen orası rengârenk çiçeklerle dolacak. Ama bu çiçekler bildiğin sıradan çiçekler değil! Onlar mutluluk ve iyilik yayacak çiçekler. Sarayına gelen herkes bu çiçeklerin kokusunu aldığında içi huzur ve iyilikle dolacak.” diye açıklamış Alara.
Tuana bu muhteşem hediye karşısında gözyaşlarını tutamamış.
— “Teşekkür ederim, Prenses Alara. Bu hediye krallığımız için büyük bir nimet olacak.”
— “Bir teşekkür daha var!” demiş Alara ve birden tekrar parlak bir ışığa bürünmüş. Işık azaldığında elinde kristal bir kolye tutuyormuş.
— “Bu kolye ihtiyacın olduğunda beni çağırman için. Sadece kolyeyi tut ve adımı fısılda; hemen yanında olacağım.”
Tuana kolyeyi boynuna takmış.
— “Teşekkür ederim. Bu dostluk benim için çok değerli.” demiş.
— “Şimdi sizi evinize götürme zamanı geldi. Hepinizi güvenli bir şekilde saraya ulaştıracağım.” demiş Alara.
Elerini gökyüzüne kaldırmış ve büyülü kelimeler fısıldamış. Aniden dört bir yanları altın tozlarla dolmuş ve yavaşça yerden havalanmışlar. Tuana, Pamuk ve Fındık, Alara’nın büyüsüyle gökyüzünde süzülmeye başlamışlar.
Sarayda Yeni Bir Başlangıç

Güneş batmak üzereyken Alara ve arkadaşları sarayın bahçesine inmişler. O gece sarayda büyük bir şölen düzenlenmiş. Tüm krallık Prenses Tuana’nın kahramanlığını ve Peri Prensesi Alara’nın gelişini kutlamış.
Ertesi sabah Tuana ve Alara sarayın bahçesine çıkmışlar. Tuana iyilik tohumlarını bahçenin çeşitli yerlerine ekmiş. Tohumları toprağa yerleştirirken Alara büyülü bir şarkı söylemiş. Şarkının son notası havada asılı kalmışken tohumlardan küçük filizler çıkmaya başlamış. Filizler hızla büyümüş, güçlenmiş ve muhteşem çiçeklere dönüşmüş. Bu çiçekler gökkuşağının tüm renklerindeymiş ve öyle güzel kokuyorlarmış ki bahçeye giren herkes mutlulukla doluyormuş.
— “Bu çiçekler hiç solmayacak,” demiş Alara. “Ve onların yayacağı iyilik, tüm krallığa yayılacak.”
Günler günleri, aylar ayları kovalamış. İyilik tohumlarından büyüyen çiçekler tüm krallığı değiştirmiş. İnsanlar daha mutlu, daha yardımsever olmuşlar. Hatta en huysuz, en kötü kalpli kişiler bile bu çiçeklerin kokusunu aldıklarında içlerinin iyilikle dolduğunu hissediyorlarmış.
Alara kendi krallığına dönmüş ama sık sık Tuana’yı ziyarete geliyormuş. Pamuk ve Fındık da sarayın bahçesini yeni evleri yapmışlar ve Tuana’nın yakın dostları olarak onunla birlikte yaşıyorlarmış.
Bir sonbahar günü Tuana, Alara ve arkadaşları sarayın bahçesinde oturmuş, yolculuklarını anlatıyorlarmış:
— “O günden beri çok şey öğrendim,” demiş Tuana, gözleri parlayarak. “En önemlisi de gerçek dostluğun ve iyiliğin, dünyadaki en güçlü sihir olduğunu anladım.”
Alara gülümsemiş.
— “Ve unutma, her birimizin içinde büyülü bir güç var. O gücü keşfetmek için bazen zorlu yollardan geçmemiz gerekir ama sonunda her zaman kendimizi buluruz.”
Derler ki o günden sonra krallıkta hiç kötülük olmamış. Prenses Tuana büyüyüp kraliçe olmuş ve krallığını adaletle ve merhametle yönetmiş.
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Uyku Masalları ve Uzun Masallar sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.