Bir zamanlar, masalsı güzellikteki bir ülkede, yüksek tepeleri bulutlarla örtülü olan Zümrüt Dağı bulunurdu. Bu dağ, adını eteklerinden zirvesine kadar uzanan yemyeşil zümrüt taşlarıyla kaplı kayalarından almıştı. Dağın zirvesine kimse çıkamaz, orada ne olduğunu kimse bilemezdi. Bu gizemli dağın eteğinde yaşayan köy halkı dağın tepesinde bir sır saklandığını, bu sırrı öğrenenin büyük bir güce ve huzura kavuşacağını söylerdi.
Köyde yaşayan Yeşil adında cesur bir peri vardı. Yeşil, küçük yaşlardan beri Zümrüt Dağı’nın sırrını öğrenmeyi hayal ederdi. Ancak bu yolculuğun zorluğunu bilen köylüler bu maceraya çıkmaya cesaret edememişti. Herkes dağın tehlikelerle dolu olduğunu ve oraya gidenlerin geri dönmediğini anlatırdı. Ama Yeşil’in içinde bu sırrı çözmek için büyük bir istek vardı. Korkuları yenmek ve köyüne huzuru getirmek istiyordu.
Bir gün Yeşil kararlı bir şekilde köy meydanına geldi ve herkese seslendi: “Zümrüt Dağı’nın sırrını öğrenmek için yola çıkıyorum! Bu sır köyümüzü koruyabilir ve hepimize huzur getirebilir. Beni destekleyen varsa şimdi söyleyin!”
Köylüler Yeşil’in bu kararlılığını görünce ona inanmak zorunda kaldılar. Yaşlı Bilge Kaplumbağa, Yeşil’in yanına geldi ve ona şunları söyledi: “Evlat, Zümrüt Dağı’na gitmek cesaret ister. Ama sadece cesaret yetmez, akıl ve sabır da gereklidir. Bu bastonu al, zor zamanlarda sana rehberlik edecektir.” Yeşil, Bilge Kaplumbağa’nın verdiği bastonu aldı ve ona teşekkür etti. Artık maceraya hazırdı.
Yolculuğuna başladığında Yeşil’in karşısına ilk olarak güçlü ve uğultulu bir rüzgar çıktı. Rüzgar adeta bir duvar gibi Yeşil’i durdurmaya çalışıyordu. Yeşil rüzgarın gücüne karşı koyarak ilerlemeye çalıştı ama bir türlü başarılı olamadı. Tam o anda Bilge Kaplumbağa’nın sözlerini hatırladı: “Cesaret yetmez, akıl ve sabır da gereklidir.” Yeşil rüzgarın dinmesini sabırla beklemeye karar verdi. Bekledi, bekledi ve sonunda rüzgar yavaşladı, ardından tamamen durdu. Yeşil sakin bir şekilde yoluna devam etti.
Yolun ilerleyen kısmında büyük bir nehirle karşılaştı. Nehrin akıntısı o kadar kuvvetliydi ki karşıya geçmek imkansız görünüyordu. Ama Yeşil cesaretini toplayarak nehrin yanında yürümeye başladı. Bir süre sonra nehrin en dar noktasını buldu. Burada nehrin karşısına geçebilmek için bir plan yaptı. Bastonunu köprü gibi kullanarak, adım adım karşıya geçti. Karşıya geçtiğinde yolculuğuna devam etmenin verdiği gururla doluydu.
Sonunda Yeşil Zümrüt Dağı’nın zirvesine ulaştı. Zirve, bulutların arasında saklanmıştı ve göz alıcı bir güzelliğe sahipti. Tam o anda dağın en yüksek noktasında devasa bir ejderha belirdi. Bu ejderha dağın koruyucusuydu. Yeşil ejderhaya korkusuzca yaklaştı ve ona neden bu dağın sırrını koruduğunu sordu.
Ejderha derin bir sesle cevap verdi: “Ben, Zümrüt Dağı’nın koruyucusuyum. Bu dağın sırrını yalnızca kalbinde gerçek cesaret taşıyan biri öğrenebilir. Bu sır ne bir güç ne de bir hazine. Bu sır yalnızca kalbinin derinliklerindeki en saf duygulara ulaşmak isteyenlere açılır. Sen cesaretinle buraya kadar geldin. Şimdi sır senin.”
Yeşil ejderhanın sözlerini dinlerken kalbinde büyük bir huzur hissetti. Zümrüt Dağı’nın sırrı aslında içindeki korkuları yenmek, sabır ve akılla zorlukları aşmak ve kalbinin en saf duygularını keşfetmekti. Bu sırrı öğrendikten sonra Yeşil köyüne döndü ve herkesle bu bilgeliği paylaştı. O günden sonra köy halkı cesaretin, sabrın ve aklın değerini daha iyi anladı. Zümrüt Dağı’nın sırrı, Yeşil’in cesareti sayesinde açığa çıkmıştı ve artık herkes bu bilgeliğin ışığında yaşamaya başladı.
Tavsiye: Bu masala benzeyen daha fazla masal okumak için Uyku Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz. Eğer masal izlemeyi tercih ediyorsanız YouTube Kanalımızı ziyaret edebilirsiniz.