Uzak mı uzak diyarlarda, maviyle yeşilin sarmaş dolaş olduğu, gökyüzüne uzanan tepelerin eteklerinde gizlenmiş, yumuşacık bulutlara benzeyen otlarla kaplı bir çiftlik vardı. Sabahları horozlar yalnızca ötmez, güneşi selamlar, arılar sadece bal yapmaz, çiçeklerle sohbet ederdi. Hatta rüzgâr bile oradan geçerken fısıltıyla konuşur, ağaçlara masallar anlatırdı.
Çiftliğin ortasında taşlardan örülmüş eski bir kuyu, kıyısında yapraklarını hiç dökmeyen yaşlı bir ceviz ağacı, etrafında ise rengârenk çiçekler açan küçük bir bahçe bulunurdu. Ahırlar mis gibi saman kokar, kümesten sabahları kahkahaya benzer gıdaklamalar yükselirdi.
İşte bu büyülü yerde her biri birbirinden sevimli hayvanlar yaşardı. Ama içlerinde öyle biri vardı ki adı yalnızca çiftlikte değil çevredeki köylerde bile efsane olmuştu: Şimşek adında asil bir at!
Tüyleri geceyle yarışır gibi siyahtı; öyle ki ay ışığında yürürken gövdesi yıldızları bile kıskandıracak kadar parlardı. Alnında ise gökten düşen bir yıldırımın izini andıran beyaz, kıvrımlı bir leke vardı. İşte bu yüzden onu ilk gören köylüler “Bu ata başka isim olmaz!” demiş ve adını Şimşek koymuşlardı.
Hem çok hızlıydı hem de düşündüğünüzden çok daha akıllıydı. Rüzgârla yarışır, suyla konuşur, bazen sabaha kadar gökyüzünü izleyip yıldızlara sorular sorardı.
Güneşli Bir Günde Saklambaç

O sabah güneş sanki gülümseyerek doğmuştu. Işıkları ahırların kırmızı çatılarında parıldıyor, çiğ taneleri tıpkı pırlanta gibi otların üzerinde titreşiyordu. Kuşlar yüksek dallarda sabah konserine başlamış, bal arıları dans edercesine çiçekten çiçeğe konuyordu. Çiftlik neşeli bir günün habercisi olan bu erken saatlerde şenlik gibi cıvıl cıvıldı.
Şimşek ahırın önünde gerinip kaslarını esnetti. Hoşuna giden sabah serinliğiyle burnundan buhar çıkarıyor, yelesi hafif rüzgârla dans ediyordu. Tam o sırada koca gövdesiyle hoplaya zıplaya gelen tombul ördek Fış Fış tüylerini savurarak yanına yaklaştı.
— “Şimşeeek! Hadi ama! Bugün saklambaç günü! Herkes toplandı bile!” dedi.
Şimşek gülümseyerek “Saklambaç mı? Ama en son oynadığımızda seni saman yığınında iki saat aramıştım!” diye karşılık verdi.
— “İşte bu sefer daha iyi saklanacağım. Belki seni bile kandırırım!” diye güldü Fış Fış.
Şimşek gülümsedi ve kuyruğunu hafifçe savurarak hızla arkadaşlarının yanına koştu. Tarlanın kenarındaki büyük ceviz ağacının altında sabırlı ve ağırbaşlı inek Sarı Kız, her zaman enerjik keçi Mızmız, ötmeyi çok seven Çilli Horoz ve minik fare Çiko çoktan toplanmıştı.
Keçi Mızmız hoplayarak “Bugün ebe Şimşek olsun! En hızlımız o!” dedi.
Şimşek dostça gözlerini kırpıştırdı ve “Tamam, kabul. Gözlerimi kapatıyorum ve elliye kadar sayıyorum! Hazır mısınız bakalım? Hadi!” diye karşılık verdi.
Kayıp Arkadaşlar

Şimşek gözlerini ceviz ağacının gövdesine dayayıp saymaya başladı.
— “Bir… iki… üç…” diye sayarken kuyruğu heyecandan hafifçe sallanıyordu.
Bu sırada çiftliğin hayvanları dört bir yana dağıldı.
Fış Fış koca gövdesini eski su tulumunun içine sıkıştırırmış ama burnu dışarıda kalmıştı. Sarı Kız saman yığınına usulca uzanmış ve koca bedenini örtü gibi samanlarla gizlemişti. Mızmız her zaman yaptığı gibi küçük bir mağaraya seke seke girmişti. Çiko ise minik ayaklarıyla öyle sessiz ve hızlıydı ki nereye gittiğini kimse görmemişti bile.
— “Kırk sekiz… kırk dokuz… elli! Geliyorum, hazır olun bakalım!” diye bağırdı Şimşek.
Başını kaldırdı ve gözlerini kısarak çevreyi süzmeye başladı. Uzun yıllardır bu çiftlikte yaşadığı için neredeyse her deliği, her kovuğu, her çalılığı bilirdi. İlk olarak Sarı Kız’ı buldu. Bir inek ne kadar saklanabilirse o kadar saklanmıştı zaten; kuyruğu hafifçe samanların arasından sarkıyordu.
Sonra Ördek Fış Fış‘ın kıkırdamasını duydu. Su tulumunun içinden gelen “hihihi” sesini takip etti ve onu gagasından çekip dışarı çıkardı.
Çilli Horoz ise her zamanki gibi sabırsızdı ve çitin arkasından gizlice bakarken yakalandı.
Ancak dakikalar geçiyor, Minik Fare Çiko ve Keçi Mızmız’dan hâlâ ses seda çıkmıyordu. Şimşek kaşlarını çatıp endişeyle “Bu kadar uzun süre saklanamazlar… Yoksa bir şey mi oldu?” diye düşündü.
Çevrede biraz daha arandı, samanları karıştırdı, kuyunun çevresine baktı, çitin altına eğildi. Fakat hiçbir iz yoktu.
Tam o anda ceviz ağacının arkasındaki çalılıkların arasında hafif bir uğultu duydu. Kulaklarını dikti, birkaç adım yaklaştı. Çimenlerin arasında taşlarla çevrili, yuvarlak bir şey fark etti. O dairenin tam ortasında, toprağa gömülü gibi duran eski ve yosun kaplı bir kapı belirivermişti. Şimşek aşkınlıkla “Daha önce burada böyle bir şey yoktu!” dedi.
Sonra kapının üzerindeki yosunlar kıpırdanmaya başladı ve eski tahtaya sanki görünmez bir kalemle yazı yazıldı: “Saklambaç Bittiğinde Sırlar Açılır”
Bir anlık sessizlik oldu. Rüzgârın sesi bile durmuş gibiydi. Şimşek kalbindeki merakı bastıramadı. Burnuyla kapıya hafifçe dokundu ve sonra “Ne olursa olsun onları bulmalıyım.” diyerek içeri doğru adım attı.
Sihirli Ormanın Derinlikleri

Şimşek eski tahta kapıyı usulca ittiğinde, menteşelerden çıkan gıcırtı ormanın derinliklerine doğru yayıldı. Toprağın altından sızan loş ışık adeta onu çağırıyordu. Her ne kadar biraz ürkse de cesaretini toplayıp içeri adım attığında ayaklarının altındaki toprak yumuşak bir halı gibi yayıldı, tünel sessizce onu yutmaya başladı.
Tünelin duvarları yosunlarla kaplıydı, bazı yerlerde küçük böcekler parlayan minik fenerler gibi süzülüyordu. İlerledikçe karşısına çıkan hava serinleşti ama ürkütücü değildi, aksine sanki tünel onu tanıyor ve hoş geldin der gibi nefes alıp veriyordu. Sonunda bir açıklığa ulaştı.
Karşısında duran orman bildiği hiçbir yere benzemiyordu. Gövdeleri maviye çalan ağaçlar yapraklarını birer rüzgâr çanı gibi sallıyor, aralarından incecik ırmaklar geçiyordu. Çiçekler usulca açılıyor, sonra tekrar kapanıyor, sanki esniyorlardı. Gökyüzünde uçuşan kelebekler notalar gibi titreşiyor, havada melodik bir müzik asılı duruyordu.
— “Burası bir rüya gibi… Ama Çiko ve Mızmız nerede olabilir?” dedi kendi kendine.
Birden yakındaki bir ağacın kovuğundan küçük bir baykuş başını uzattı. üyleri gümüş gibi parlıyordu.
— “Buraya gelen her yolcu önce bilmeceleri bilmeli!” dedi.
— “Ben buraya oyun oynamaya gelmedim. Kaybolan iki arkadaşımı arıyorum.” diye karşılık verdi Şimşek.
Baykuş başını öne eğdi, sonra kanatlarını iki yana açarak hafifçe döndü. Havada parlayan tozlar gibi bir şeyler uçuşmaya başladı ve ardından şiir gibi bir ses yankılandı:
Birincisi zamanla yarışır,
Ne geceye benzer ne güne.
İkincisi hep yerinde durur,
Ama seni her yere götürür.
Üçüncüsü görünmezdir,
Fakat hissedersin tüm benliğinle…
Şimşek başını eğdi, gözlerini kapattı. Kalbi hızla atıyordu ama zihni sakindi. Sessizce düşündü:
— “Birincisi gölge, ikincisi hayal ve üçüncüsü ise rüzgar“ diye cevap verdi.
Cevaplar ağzından döküldüğü anda ormanın ortasında büyükçe bir ağacın gövdesi yavaşça ikiye ayrıldı. Açılan boşluktan gözleri ışıl ışıl parlayan Çiko ve kulakları sarkmış, neşeyle zıplayan Mızmız dışarı fırladı!
Çiko’nun gözleri dolmuştu ve heyecanla “Şimşek! Bizi buldun!” diye bağırdı.
Keçi Mızmız da “Bir daha saklambaçta böyle yerlere gitmek yok, söz veriyoruz!” dedi.
Şimşek gülümsedi, onlara sarıldı ve birlikte ormanın yumuşak yoluna doğru yürüdüler. Ağaçlar uğuldamayı bırakmış, sanki onları uğurlamak istercesine yapraklarını yavaşça sallıyordu…
Eve Dönüş ve Yeni Kurallar

Ormandan çıkarken Şimşek’in adımları hafifti ama düşünceleri ağırdı. Yanında neşe içinde zıplayan Mızmız ve Çiko vardı ama kalbinde bir şey değişmişti. Bu sadece bir saklambaç oyunu olmaktan çıkmıştı. Gizli kapılar, sihirli bilmeceler, konuşan baykuşlar… Çiftlik artık sadece bir çiftlik değildi.
Üç arkadaş geldikleri yolu izleyerek tekrar taşlarla çevrili kapıya ulaştılar. Kapı hâlâ aralıktı ama bu sefer yosunların arasına incecik bir yazı daha kazınmıştı: “Bulunan dost kaybolan zamandan kıymetlidir.” diye yazıyordu.
Kapıdan geçtiklerinde güneş hâlâ gökyüzündeydi. Ceviz ağacının altında kalanlar hâlâ onları arıyordu. Sarı Kız saman yığınlarını telaşla karıştırıyor, Fış Fış kuyunun başında kendi kendine “ya başlarına bir şey geldiyse” diye söyleniyordu. Çilli Horoz sinirle yürüyüp duruyor, tüylerini kabartıp kabartıp indiriyordu.
O anda Şimşek belirdi. Peşinden Mızmız ve Çiko da çıkınca herkes büyük bir coşkuyla bağırdı:
— “Neredeydiniz siz yahu? Endişelendik!” diye gülümsedi Ördek Fış Fış.
— “Sizi bulamayınca çok korktuk!” diye ekledi İnek Sarı Kız.
Çilli Horoz ise “Ben bir daha saklambaç oynamam. Hayır, hayır!” diye mırıldandı kendi kendine.
Mızmız gülerek “Biraz fazla uzağa saklandık galiba!” diye cevap verdi.
O sırada “Bundan sonra yeni bir kural var. Saklambaç sadece çiftlik sınırlarında oynanacak. Ve kimse yalnız saklanmayacak.” dedi.
Hayvanlar bir an durdu. Sonra hep bir ağızdan alkışa benzer seslerle bağırdılar:
“Şimşek Kuralı!”
“Şimşek Kuralı!”
O günden sonra her saklambaç oyunu bu kuralla başladı. Ama Şimşek bazen ceviz ağacının gölgesinde tek başına durur, o taşlı kapının olduğu yere bakardı. Kapı artık görünmüyordu ve sanki hiç var olmamış gibi silinmişti. Ama Şimşek biliyordu…
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Hayvan Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz. Ayrıca sesli ve animasyonlu masal izlemek istiyorsanız YouTube Kanalımızı ziyaret edebilirsiniz.