Bir varmış, bir yokmuş… Evvel zaman içinde, dağların ardında, küçük bir köyde yaşlı bir değirmenci ve eşi varmış. Bu değirmenci köyün en zengin insanlarından biriymiş. Oldukça konforlu ve mutlu bir hayatı varmış.
Ancak zamanla her şey değişmeye başlamış. Değirmencinin zenginliği birdenbire azalmış. İlk önce bahçelerindeki meyveler verimsizleşmiş sonra değirmeninin suyu yavaşça azalmış. Hızla giden bu kötü günler bir süre sonra tüm mal varlığını kaybetmesine neden olmuş. En sonunda sadece değirmeni kalmış.
Değirmenci tüm bu kayıplarla başa çıkmakta zorlanıyormuş. Geceleri uyuyamaz hale gelmiş, düşünceleri onu sürekli rahatsız ediyormuş. Uykusuz geçen her gecede başında kara bulutlar gibi düşünceler birikiyormuş.
Bir gün güneş yeni doğarken, değirmenci yine uykusuz bir şekilde değirmenin kenarındaki nehrin yanına gitmeye karar vermiş. Nehrin yanına geldiğinde suyun üzerinde bir hışırtı duymuş. Merakla sesin kaynağına bakmış ve suyun içinden zarif bir kadının yavaşça yükseldiğini görmüş. Değirmenci, su perisi olduğunu düşünerek ona doğru yaklaşmak istemiş ama bir yandan da korkuyormuş. Su perisi ise gülümseyerek ona seslenmiş: “Neden bu kadar üzgünsün?” Değirmencinin korkusu hafiflemiş; belki de bu su perisi ona yardım edebilirmiş.
Değirmenci içini dökerek ona başından geçenleri anlatmış. “Bir zamanlar çok zengindim. Ama şimdi her şeyim gitti. Sadece bu değirmenim kaldı ve artık kaybedecek hiçbir şeyim yok.”
Su perisi, değirmencinin hikayesini dinledikten sonra “Seni yeniden zengin yapabilirim, ama bunun bir bedeli olacak” demiş. Değirmenci hemen karşılığında ne istediğini sormuş. Su perisi “Evinde doğacak olan ilk canlıyı bana vermelisin!” demiş.
Değirmenci bu teklifi düşündüğünde aklına sadece köpekleri ve kedileri gelmiş. “Doğacak olan ilk canlı ya bir kedi ya da bir köpek yavrusu olur” diye düşünerek bu teklifi kabul etmiş. Su perisi onun teklifini kabul ettiğini duyduktan sonra suya dalmış.
Sevinçle eve dönen değirmenci karısına bu güzel haberi vermek istemiş. Ancak eve vardığında karısının doğum yaptığını öğrenmiş!! Hayatında başına gelen en büyük şokla karşılaşmış. Artık bir oğlu varmış ama bu durum onun için bir felaket gibi görünüyormuş.
Karısı “Neden yeni doğan çocuğumuza sevinmiyorsun?” diye sormuş. Değirmenci, su perisi ile yaptığı anlaşmayı anlatmış ve “Eğer bilseydim ki evimde doğacak ilk canlı benim oğlum olacak, asla bu teklifi kabul etmezdim!” demiş.
Ancak zamanla değirmencinin şansı dönmüş. Tüm işlerinde bir bereket doğmuş ve kısa sürede kasaları altınla dolmuş. Ama bu zenginlik ona mutluluk verememiş. Ne zaman nehrin yanından geçse, su perisinin sözlerini hatırlamasından korkuyormuş. Oğlunu da asla nehre yaklaştırmıyor ve “Sakın burada fazla durma” diye tembih ediyormuş.
Zaman geçtikçe oğlu büyümüş ve genç bir adam haline gelmiş. Bir avcının yanında eğitim almış ve kendisini avcılıkta oldukça iyi bir şekilde yetiştirmiş. Avıclıkta ustalaşarak bir derebeyine hizmet etmeye başlamış.
Aynı köyde çok güzel bir kız yaşıyormuş ve bu iki genç arasında bir sevgi filizlenmeye başlamış. Günler geçtikçe delikanlı hislerini genç kıza belli etmeye çalışmış. Derebeyi bu gençleri bir araya getirip evlendirmiş. Birbirlerini seven bu iki genç hayatlarını birleştirerek mutlu bir yaşam sürmeye başlamışlar.
Delikanlı bir gün yine av peşine düşmüş. Karşısına harika bir kuş çıkmış. Kuş o kadar hızlı uçuyormuş ki onu yakalamakta zorlanıyormuş.
En sonunda kuş ormandan çıkıp tarlalara doğru yönelince avcı bir atış yaparak onu yaralamış. Fakat bu sırada nehre doğru yaklaştığını fark etmemiş. Su içmek ve ellerini yıkamak için nehre doğru eğilmişken birden su perisi suyun içinden çıkmış ve onu tutarak yanına almış!
Avcının karısı akşam kocasının eve dönmediğini görünce endişelenmiş. Kötü düşünceler aklına gelmeye başlamış ve hemen nehre gitmeye karar vermiş. Nehre vardığında kocasının çantası ve avladığı kuş orada dururken kendisinin olmadığını farketmiş. Yüreği korku ve çaresizlikle dolmuş.
Suya seslenmiş ama sesine cevap veren olmamış. Nehrin başında çaresizce beklemiş ve umudunu kaybetmemiş. Ancak bir süre sonra yorgun düşüp suyun kenarında uyuya kalmış.
Derin bir uykuya daldığında rüyasında iki kayalık dağın arasında bir ormanda yürüdüğünü görmüş. Hava çok kötüymüş, yağmur sert bir şekilde yüzüne çarpıyor, yerlerdeki dikenler ayağını kesiyormuş. Ama bir tepeye ulaşması gerektiğini hissetmiş. Tepedeki manzara beklemediği kadar güzelmiş. Masmavi gökyüzü ve ılık bir hava onu karşılamış. Yavaşça tepeyi inerek farklı renklerdeki çiçeklerin yanına doğru yaklaşmış ve orada bir ev gördüğünde yaşlı bir kadının ona doğru yaklaştığını fark etmiş. Kadın dostça el sallayarak kendisine gelmiş.
Avcının karısı uyandığında rüyasında gördüğü bu yaşlı kadını bulması gerektiğine karar vermiş. Ne olursa olsun yaşlı kadının yanına gitmeye kararlıymış. Zor bir yolculuktan sonra tepeye ulaşmış ve rüyasında gördüğü gibi her şeyin gerçek olduğunu görünce şaşırmış. Yaşlı kadın onu bekliyormuş. Sandalyeye oturmuşlar ve sohbet etmeye başlamışlar. Yaşlı kadın “Beni ziyarete gelenler hep bir uğursuzluk geçirip, rüyasında beni görüp gelirler. Senin başına ne geldi?” demiş. Genç kadın ağlayarak tüm başından geçenleri yaşlı kadına anlatmış.
Yaşlı kadın “Korkma, sana yardım edeceğim” demiş. Sonrasında altın bir tarak uzatarak “Bu tarağı dolunayda saçlarını tararken suya bırak. Sonuçları birlikte göreceğiz.” demiş. Kadın dolunayın gelmesini beklemeye başlamış.
Dolunay gecesi kadın belirtilenleri yapmaya karar vermiş. Su kenarına gidip saçlarını taramış ve tarağı suya bırakmış. Ancak sudan korkunç bir ses gelmeye başlamış. Kadın korkuyla geri adım atmış ama tam o anda kocasının kafası suyun üstünde belirmiş. Eşini görmek ona umut vermiş ama eşinin sadece üzgün bir şekilde bakışlarıyla ona cevap vermesi onu çok üzmüş. Su üzerindeki dalga tarağı alarak kocasını tekrar suya çekmiş.
Kadın çaresizce evine dönmüş ve rüyasında bir kez daha yaşlı kadını görmüş. Hemen tekrar yola çıkmış ve yaşlı kadının yanına gitmiş. Ama yaşlı kadın bu kez üzülmüş. “Bir yöntem daha var!” demiş. Altın bir flüt vererek “Dolunay çıktığında bu flütle en güzel şarkıyı çal, sonra flütü suyun kenarındaki kuma bırak.” demiş.
Kadın flütü alarak tekrar dolunayın çıkmasını beklemiş. Dolunay gecesi suyun kenarına gidip en güzel melodisini çalmış. Melodi sona erdiğinde sudan daha büyük bir ses yükselmiş. Bu kez eşinin yarısı suyun üstünde belirmiş. Genç kadın eşine uzanmak için çabalamış ama bir dalga onu geri çekmiş.
Avcının eşi neredeyse umudunu kaybetmek üzereymiş. Evine dönmüş ve o gece rüyasında bir kez daha yaşlı kadını görmüş. Ertesi gün tekrar yaşlı kadının yanına gitmiş ve olan biteni yaşlı kadına bir bir anlatmış.
Yaşlı kadın derin bir iç çekerek “Son bir yol daha var ve buna inanıyorum” demiş. Sonra avcının eşine altın bir çıkrık uzatarak “Bu altın çıkrığı al. Dolunay gecesi su kenarında bu çıkrıkla ip çekmeye başla” demiş.
Dolunay gecesi geldiğinde avcının eşi hemen su kenarına koşmuş. Yaşlı kadının söylediklerini birer birer uygulamaya başlamış. Çok çaba harcıyormuş. Aniden suyun içinden koca bir ses yankılanmış. Birden eşi sudan karaya fırlamış. Kadın onun yanına giderek nasıl olduğunu sormuş. Ama fazla beklememeleri gerekiyormuş çünkü kocaman bir dalga geliyormuş.
Kadın, eşinin elini tutarak kaçmaya başlamışlar. Hem kadın hem de sudan çıkan adam çok korkmuş. Kadın kocasından yardım isterken birdenbire ikisi de farklı bir şekle bürünmüşler. Kadın kaplumbağa, adam ise bir kurbağaya dönüşmüş. Bu değişim onları dev dalgadan kurtarmış olsa da birbirlerinden çok uzaklara sürüklenmişler.
Dalga sakinleşince ikisi de tekrar insan formuna dönmüş. Ancak nerede olduklarını ve eşlerinin nerede bulunduğunu bilmiyorlarmış. Daha önce hiç gitmedikleri ve tanımadıkları insanlarla karşılaşmışlar. Aralarında geniş diyarlar, vadiler, dereler ve şehirler varmış ama nereye ait olduklarını anlayamamışlar.
Yıllar geçtikçe bu iki kişi de çobanlık yaparak hayatlarını sürdürmeye çalışmışlar. Koyun güderek karınlarını doyurmuşlar ve geçimlerini sağlamışlar. Hem köylerini hem de sevdiklerini özlüyorlarmış. İkisi de çok kederliymiş ve eski günlerin anılarını hatırlayarak içlerini burkuyorlarmış.
Bir gün ilkbaharın güzel bir gününde birbirlerine yakın bir yerde koyun güdüyorlarmış. Adam, uzaktan eşinin güttüğü koyunları görünce, onun yanına doğru giderek kendi koyunlarını o tarafa götürmüş. Fakat birbirlerinden habersizlermiş.
Bir vadide denk gelmişler ama birbirlerini tanıyamamışlar. Dinlenmek için durduklarında sohbet etmeye başlamışlar. O günden sonra adeta arkadaş olmuşlar ve beraber koyun gütmeye devam etmişler.
Bir gece dolunay yükselirken adam cebinden flütünü çıkarıp bir şarkı çalmış. Şarkı bittiğinde avcının eşi hüngür hüngür ağlamaya başlamış. Adam ağlamasının sebebini sorduğunda kadın eski günlerinden bahsetmeye başlamış. Kadın anılarını anlatırken birden adamın da gözleri yaşarmış. Sebebini sorduğunda “Ben o avcıyım!” demiş. İkisi de birbirlerini ilk başta tanıyamamış ama ardından koşarak birbirlerine sarılmışlar. O günden sonra birlikte mutlu bir hayat sürmüşler.
Su Perisi Masalı Özeti
Bir zamanlar zengin bir değirmenci vardı ama zamanla fakirleşti. Bir gün su perisiyle karşılaştı ve ona evinde doğacak ilk canlıyı vermek şartıyla zenginlik vaat etti. Değirmenci bu teklifi kabul etti ancak eşi bir oğul doğurduğunda pişman oldu. Oğlunu su perisinden korumak için elinden geleni yaptı ama bir gün avcı olan oğlu su kenarına yaklaşınca peri tarafından suya çekildi.
Oğlunu kurtarmak için bir yaşlı kadından yardım alan avcının eşi yaşlı kadının verdiği nesneleri kullanarak su perisini çağırdı ve kocasını kurtardı. Ancak kaçarken dev bir dalga ikisini kaplumbağa ve kurbağaya dönüştürdü. Yıllar geçtikten sonra, farklı yerlerde birbirlerinden habersiz yaşadılar.
Bir gün tesadüfen bir vadide karşılaştılar ama birbirlerini tanıyamadılar. Zamanla arkadaş oldular. Bir gece avcı flüt çalarak şarkı söylediğinde avcının eşi gözyaşlarına boğuldu. Kadın eski günlerini anlatırken adamın da gözleri doldu ve kendisini avcı olarak tanıttı. Uzun zaman sonra birbirlerini bulmanın mutluluğuyla sarıldılar gerçek aşklarını yeniden keşfettiler.
Öneriyoruz: Bu masala benzer klasik çocuk masalları okumak için Klasik Masallar sayfamızı inceleyebilirsiniz.