Bir varmış bir yokmuş, yemyeşil dağların ardında, göğe uzanan ağaçlarıyla ün salmış Renkli Orman isminde bir yer varmış. Bu orman yalnızca ağaçlardan, çiçeklerden ibaret değilmiş. Her köşesinden bir başka renk, bir başka koku yükselirmiş. Ne zaman sabah güneşi doğsa yapraklar parıldar, kuşlar şarkıya başlar ve bütün orman bir neşeyle güne başlarmış.
İşte bu büyülü ormanda yaşayan en hızlı, en parlak tüylü, en meraklı saksağanın adı Saksağan Şipşak imiş. Tüyleri lacivertten mora çalan, ucu parıltılı bir ışıltıya sahipmiş. Gözleri boncuk gibi parıldar, gagası ise her daim konuşmaya hazır gibi hafif aralık dururmuş. En bilinen özelliği ise gördüğü her parlak şeyi anında toplamasıymış. Bu yüzden diğer orman canlıları ona Şipşak adını vermişler.
Sabahları erkenden uyanır, kanatlarını hızlı hızlı çırpar, ormanın dört bir yanını gezermiş. Bir çok arkadaşı varmış; sincabından kirpisine, kaplumbağasından kelebeğine herkes onu tanırmış. Ancak Şipşak dostluk hakkında çok düşünmezmiş. Kim gülümserse ona dost, kim bir parlak eşya verirse ona en iyi dost dermiş.
Ne var ki bir gün Renkli Orman’a beklenmedik bir misafir gelmiş ve Şipşak’ın gerçek dostluk hakkında düşündüklerini kökünden değiştirmiş.
Altın Yaprak Festivali

Her sonbahar Renkli Orman’da Altın Yaprak Festivali düzenlenirmiş. Bu festivalde en güzel altın sarısı yapraklar toplanır, büyük bir ağacın etrafında dans edilirmiş. Bu yılki festival diğerlerinden daha da coşkulu olacakmış çünkü ormanın en yaşlı ağacı, Bilge Meşe, özel bir hediye sunacakmış: Gerçek Dostluk Anahtarı.
Şipşak bu anahtarı duyar duymaz heyecanla gagasını şıklatmış. “Kim bilir, belki de bu anahtarın ucu pırıl pırıldır!” demiş kendi kendine. O andan itibaren tek amacı bu anahtarı elde etmek olmuş.
Fakat Bilge Meşe hediyeyi rastgele birine vermeyecekmiş. Anahtar sadece gerçek dostluğu kanıtlayan kişiye verilecekmiş.
Şipşak kanatlarını çırpmış ve arkadaşlarının yanına koşmuş:
— “Hey Kirpi Dikenli! Sence ben gerçek dost muyum?” diye sormuş.
Kirpi Dikenli kıkırdamış:
— “Bunu göstermek kolay değildir Şipşak! Birlikte zorlu şeyler yaşamalı, birbirimizi gerçekten anlamalıyız.” diye cevap vermiş.
Şipşak biraz şaşırmış ama aldırış etmemiş.
— “Ne önemi var? Bana gülümse, hadi!” diyerek Kirpi’ye parlak bir çan hediye etmiş. Ancak içten içe bir şeylerin eksik olduğunu hissetmiş.
İşte tam o sırada ormana gizemli bir ziyaretçi gelmiş: Sisli adında esrarengiz bir tilki.
Sisli’nin Bulmacası

Sisli gri sis gibi dalgalanan postu, ay ışığında parlayan gözleriyle yürümüş ve Bilge Meşe’nin yanına varmış.
— “Gerçek dostluk kolayca bulunmaz. Sadece cesaret, sadakat ve samimiyetle kazanılır.” demiş.
Tilki buraya bir bulmaca bırakmış:
Üç sınavdan geç,
Gözlerin değil, kalbinle seç.
Parlayanı değil, sönük olana koş,
Ve o zaman anahtara ulaş!
Bu sözler ormana yayılmış. Şipşak merakla kanat çırparak “Üç sınav mı? Ne kadar zor olabilir ki?” diye kendi kendine söylenmiş. Böylece Şipşak’ın büyük macerası başlamış.
Yıkılan Yuva

İlk sınav ormanın en eski, en heybetli çınar ağacının altında gerçekleşmiş. Şipşak yumuşak toprağa konduğunda, hafif bir cıvıltı duymuş. Çınarın kalın gövdesindeki koca bir kovuğun içinde titreyen minik bir serçeyle karşılaşmış.
— “Yuvam… Yuvam fırtınada yıkıldı…” diye cıvıldamış serçe.
Şipşak hemen kanatlarını çırparak her zamanki gibi en sevdiği yönteme başvurmuş. Parlak bir boncuk çıkarıp serçeye uzatmış.
— “Al, bu senin olsun! Belki seni biraz mutlu eder.” demiş.
Fakat serçe başını iki yana sallamış, gözlerinde buruk bir ışık belirmiş.
— “Benim boncuğa değil, bir yuvaya ihtiyacım var!” demiş ince bir sesle.
Şipşak şaşırmış. O ana kadar hep parlak eşyaların mutluluğun anahtarı olduğuna inanmış. İlk kez durmuş ve kendi kendine düşünmüş: “Gerçekten… Bir dost, sadece parlak şeyler vererek mi mutlu edilir?”
Kısa bir sessizlikten sonra gagasıyla minik dallar toplamaya başlamış. Yumuşacık otlar bulmuş sonra da kendi en sevdiği, maviye çalan ipeksi tüylerinden birkaç tanesini koparıp serçeye hediye etmiş. Titiz bir sabırla yeni bir yuva yapmış.
Yuva tamamlandığında minik serçe sevinçle havalanmış, etrafında birkaç tur atıp neşeyle ötmüş. Sonra gagasında taşıdığı küçük, soluk renkli bir taşı Şipşak’a bırakmış: Birinci Gizemli Taş.
Taş ilk bakışta sönük görünüyormuş ama dikkatle bakıldığında içinden sıcak bir ışıltı yayılıyormuş. Şipşak taşı gagasında çevirip hafifçe gülümsemiş:
— “Parlamıyor… ama… güzel!” demiş kendi kendine.
Ve yeni bir hisle, kalbinde sıcak bir umutla, kanatlarını açıp yoluna devam etmiş.
Gölge Bataklığı

İkinci sınav Renkli Orman‘ın en tehlikeli yerlerinden biri olan Gölge Bataklığı‘ndaymış. Burası ağır bir sisle kaplı, yer yer kaygan ve çürümüş dallarla dolu karanlık bir bölgeymiş. Adım atılan her yerden “şlap şlop” diye sesler gelir, bataklığın içinden ürkütücü baloncuklar yükselirmiş.
Şipşak, bataklığın kenarından geçerken birden yardım çığlıkları duymuş. İnce, korkmuş bir ses, sisin içinden yankılanmış:
— “Yardım edin! Batıyorum!” diye bağırıyormuş bir tavşan.
Şipşak hemen kanatlarını açmış, yardım etmek için ileri atılmış. Fakat tam o sırada sisin içinden bir grup parlak tüylü karga çıkmış. Tüyleri göz alıcı olsa da bakışlarında garip bir alaycılık varmış.
— “Biz yardım ederiz! Sen en iyisi kenarda bekle!” demiş kargalardan biri, kıkırdayarak.
Şipşak önce kargalara güvenmiş, geri çekilmiş. Ancak göz ucuyla baktığında kargaların yardım etmek yerine tavşanın cebini kurcaladıklarını görmüş. Tavşanın titrek patilerinde gizlediği birkaç parlak taş, kargaların dikkatini çekmiş.
Şipşak’ın içi öfkeyle kabarmış. Gagasını kararlı bir şekilde sıkmış, tüylerini kabartmış ve bir anda öne atılmış.
— “Bırakın onu! Gerçek dostluk sadece işimize geldiği zaman yardım etmek değildir!” diye gürlemiş.
Kargalar, Şipşak’ın beklenmedik cesareti karşısında şaşırmışlar ve homurdanarak sisin içine karışıp uzaklaşmışlar.
Şipşak bataklığa saplanmış tavşanın yanına varmış. Kanatlarıyla dengede durarak, gagasını ve pençelerini kullanarak tavşanı dikkatlice çekip çıkarmış. İkisi de çamur içinde kalmış ama yüzlerinde kocaman bir gülümseme varmış.
Tavşan minnetle Şipşak’a sarılmış ve cebinden küçük, mat bir taş çıkarmış: İkinci Gizemli Taş.
Taş yine parlamıyormuş ama tıpkı önceki taş gibi, Şipşak’ın gagasına değdiği anda hafif bir sıcaklık yayılmış. Şipşak taşı başının üstünde döndürerek mırıldanmış:
— “Gerçek dostluk… işte böyle bir şey olmalı…”
Ve kanatlarını çırparak, biraz daha bilgeleşmiş bir kalple yoluna devam etmiş.
Rüya Bahçesi

Üçüncü sınav ormanın en gizli ve en büyülü köşesindeymiş: Rüya Bahçesi. Burası adeta başka bir dünyaya açılan bir kapıymış. Yere serilmiş sislerin arasında altın güller açıyor, çalıların arasından gümüş çilekler sarkıyor, ağaçların dalları zümrüt gibi parlayan yapraklarla doluyormuş. Her adımda hafif bir müzik tınısı duyuluyor, havada bal gibi tatlı bir koku yayılıyormuş.
Şipşak’ın gözleri büyümüş, kalbi sevinçle çarpmış. Böyle bir yeri daha önce hiç görmemiş! Işıltının cazibesine kapılarak bahçenin tam ortasında parlayan dev bir anahtarı fark etmiş. Anahtarın üzeri işlemelerle doluymuş ve ışığı göz kamaştırıyormuş. Heyecanla kanat çırpmış, ışıldayan anahtara doğru uçmuş. Neredeyse gagası ona değecekken bir anda hafif ama titrek bir ses duymuş:
— “Yardım edin! Buradayım!” diye inlemiş bir ses.
Şipşak irkilmiş. Etrafına bakınmış ve biraz ileride, bir ağacın dalına gerilmiş kalın ve büyük bir örümcek ağında çırpınan minicik bir kurbağa görmüş. Kurbağanın minik yeşil bedeni, ağın beyaz ipliklerine iyice dolanmış.
Bir an duraksamış. Kalbi hızlı hızlı atıyormuş. Parlayan dev anahtar mı? Yoksa zavallı, güçsüz kurbağa mı? Bahçedeki her parıltı, her melodi ona “Anahtarı al!” diye fısıldıyormuş sanki.
Ama o an içindeki gerçek sesi dinlemiş. Kanatlarını açıp kararlı bir şekilde anahtardan vazgeçmiş ve kurbağanın yanına uçmuş. Güçlü gagasıyla ağları dikkatlice koparmış, minik kurbağayı özgürlüğüne kavuşturmuş.
O anda garip bir şey olmuş: Bahçedeki tüm güzellikler, tüm ışıltılar bir anda sönmeye başlamış. Altın güller solmuş, gümüş çilekler yere düşmüş, zümrüt yapraklar kahverengiye dönmüş. Havada yankılanan tatlı melodiler bir bir susmuş. Şipşak şaşkınlıkla etrafına bakınmış. Geriye sadece yerde parlayan küçük bir şey kalmış: Üçüncü Gizemli Taş.
Şipşak taşı gagasıyla yerden almış. Taş diğer iki kardeşi gibi mat görünüyormuş fakat kalbinin derinliklerinde sıcak bir titreşim hissediyormuş.
Tam o anda taşı elinde tutarken bir mucize gerçekleşmiş: Üç taş titremiş, havaya yükselmiş, parlayan çizgilerle birbirine dolanmış ve sihirle birleşerek gerçek bir Altın Anahtara dönüşmüş!
Şipşak hayranlıkla Altın Anahtar’a bakmış. İçinde bir ses fısıldamış:
“Gerçek dostluk, en parlak görünen şeylerde değil, en doğru seçimlerde saklıdır.”
Saksağan Şipşak ve Gerçek Dostluk

Şipşak üç taşın birleşmesinden doğan Altın Anahtar’ı büyük bir özenle gagasında taşıyarak ormanın kalbindeki Bilge Meşe’nin önüne çıkmış. Devasa, çatlak gövdesiyle Bilge Meşe, yüzyılların bilgeliğini taşıyormuş. Renkli Orman’ın bütün sakinleri de dalların arasından sessizce izliyormuş; tavşanlar, sincaplar, ceylanlar, hatta serçeler bile nefeslerini tutmuş.
Bilge Meşe’nin yaprakları hafifçe hışırdayarak konuşmuş, sesi gökyüzünden gelen bir esinti gibiymiş:
— “Şipşak… Dostluk süslü sözlerde, gösterişli hediyelerde ya da parlayan eşyalarda bulunmaz. Gerçek dostluk, görünmeyen bir ışıktır ve kalpten gelir. Sen bunu cesaretin ve merhametinle kanıtladın.” demiş.
Şipşak gözlerini kırpıştırmış, başını hafifçe eğmiş. Kalbinin derinlerinde sıcacık bir mutluluk dalgası yayılmış. O an gerçek dostluğun altın gibi parlayan hediyelerde ddeğil, birlikte geçirilen zaman, verilen emek ve gösterilen samimiyetde olduğunu anlamış.
O günden sonra artık parlak şeylerin peşinde koşmaz olmuş. Bunun yerine kalpleri parlatmanın peşine düşmüş: Birlikte oynadığı oyunlar, paylaştığı kahkahalar, verdiği küçük ama samimi yardımlar onu Renkli Orman’ın en sevilen saksağanı yapmış.
⭐⭐⭐ Gökten üç yıldız düşmüş; biri Şipşak’ın cesareti için, biri sadakati için, biri de o sıcacık kalbi için.
Öneri: Bu masala benzer masal okumak için Çocuk Masalları ve Uzun Masallar sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.