Bilgilendirme: Bu masal çok uzun masal ve hikaye okumayı sevenler için özel olarak hazırlanmıştır. Okuma süresi ortalama 30 dakikadır.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, gökyüzünün rengârenk kuşlarla dolup taştığı, ağaçların yaprak fısıltılarıyla ninniler söylediği engin bir ormanda, Mor Baykuş adında meraklı mı meraklı bir kuş yaşarmış. Tüyleri gece menekşesi gibi koyu mor, gözleri yıldızlar kadar parlakmış. Bilgeliğiyle değil daha çok merakıyla tanınırmış.
Bir sabah güneş ağaçların arasından süzülürken her zamanki gibi erkenden uyanmış. Gün doğarken ormanın üstünden süzülerek uçmaya başlamış. Uçmuş da uçmuş. Derelerin üstünden geçmiş, çiçek tarlalarının kokusunu içine çekmiş, yüksek tepelerin etrafında dönüp durmuş. Kafasında her zamanki gibi türlü düşünceler dönüp duruyormuş.
— “Ormanın öbür ucundaki yaşlı meşeyi hiç yakından görmedim,” demiş kendi kendine. “Belki de orada daha önce kimsenin görmediği bir şey vardır.”
Haritanın Keşfi

Böyle diyerek kanat çırpmış ve nihayet ormanın en uzak köşesindeki o yaşlı meşe ağacına varmış. Ağaç zamana meydan okurcasına dimdik ayakta duruyormuş. Gövdesi öyle kalınmış ki yüz kuş kol kola girse ancak sarabilirmiş.
Birden ağacın kovuğunu fark etmiş. Usulca süzülüp içeri girmiş ve etrafı kolaşan etmiş. Tam çıkacakken yerde üzeri sararmış, kenarları yıpranmış eski bir parşömen rulo görmüş. “Bu da nedir şimdi?” diye mırıldanmış.
Dikkatlice ruloyu alıp açmış. Gözlerine inanamamış. Bu bir hazine haritasıymış. Üstünde hem tanıdığı hem de tanımadığı yerler işaretliymiş. “Bu bir hazine haritası olmalı,” demiş Mor Baykuş, heyecanla kanatlarını çırparak. “Belki de eski zamanlardan kalma gizli bir define! Kim bilir neler saklıdır orada?”
Tam o sırada kovuğun içinde bir fısıltı duymuş:
“Her yolculuk, bir adım atmakla başlar.”
Mor Baykuş’un içi bir anda kıpır kıpır olmuş. Kalbi, gagasından dışarı fırlayacak gibi atmaya başlamış. Gözlerini haritadan ayıramıyormuş. Her kıvrımı, her işareti incelemiş.
— “Ne duruyorum ki?” demiş kendi kendine. “Bu harita beni çağırıyor. Belki de bu, uzun zamandır beklediğim serüvendir!”
Ve işte o anda kararını vermiş. Haritayı dikkatlice kanadının altına sıkıştırmış, gökyüzüne doğru bakıp derin bir nefes almış ve gözlerini kısarak ve gülümsemiş:
“Hazinenin peşine düşüyorum!”
Hazırlık ve Yola Çıkış

Mor Baykuş haritayı bulduktan sonra gün boyunca gökyüzünde uçarak düşünmüş. Kafasında bin bir soru dolanıp duruyormuş: “Harita gerçek mi? Yolculuk ne kadar sürecek? Ne tür tehlikelerle karşılaşacağım?” diye düşünmüş durmuş.
Gün batarken yüksek bir kayalığın yamacında, gürgen ağacının kalın dalları arasındaki yuvasına dönmüş. Yolculuk alışılmışın dışında bir macera olacağı için ciddi hazırlık yapması gerkiyormuş. Bu nedenle önce yanına alması gerekenleri düşünmüş.
Sonra bir köşede duran küçük çantasını açmış. İçine yiyeceklerini, pusulasını, küçük bir el aynasını, minik bir not defteri ve bir tüylü kalem koymuş. Haritayı da dikkatle kıvırarak deri kaplı bir bölmeye yerleştirmiş. Her şeyi titizlikle yerleştirirken içi hem sevinçle hem de hafif bir tedirginlikle dolmuş.
Sabah olup da güneş ufuk çizgisinden başını uzattığında gözlerini açmış. Bir süre yuvasının önünde durmuş. Aşağıdaki ormana bakarak dallar arasındaki sis tabakasını izlemiş:
“Hazırsan başlasın bakalım büyük macera!” demiş kendi kendine.
Tam yuvadan ayrılacakken komşusu yaşlı Güvercin Dudu seslenmiş:
— “Nereye böyle erkenden?”
Mor Baykuş gülümseyerek başını kaldırmış.
— “Uzak bir yere, Dudu. Eski bir harita buldum. Belki de bir hazineye götürecek beni.”
Güvercin Dudu bir kanadını alnına götürüp şaşkınlıkla bağırmış:
— “Hazine mi dedin? Sen deli misin? Yollarda türlü türlü tehlikeler vardır. Kim bilir neyle karşılaşacaksın?”
Mor Baykuş saygıyla başını eğmiş.
— “Biliyorum Dudu. Ama içimde bir ses bu yolculuğu yapmam gerektiğini söylüyor. Belki de aradığım hazine sandığım şeyden bambaşkadır.”
Dudu kanatlarını çırparak iç çekmiş.
— “Ne diyeyim, dikkatli ol. Sadece gönlünü değil aklını da dinle.”
Mor Baykuş kanatlarını gererek gökyüzüne yükselmiş ve ormanın üzerinden süzülmeye başlamış. Haritadaki ilk durak olan Sisli Tepe‘yi arıyormuş. Ormanın doğu ucunda, sürekli sisle kaplı, pek az canlının gitmeye cesaret ettiği yüksek bir tepeymiş orası. Haritada tepenin etrafı kalın çizgilerle işaretlenmiş ve altında eski bir not yazıyormuş:
“Yolu bulan yolu da öğrenir. Cesaret etmeyen gerçeği göremez.”
İlk Engeller ve Dostluklar

Günler geçmiş, Mor Baykuş dağları aşmış, vadileri geçmiş. Derelerin şırıltısını dinlemiş, ağaçların gölgelerinde dinlenmiş. Ama Sisli Tepe’ye yaklaştıkça ormanın rengi değişmeye başlamış. Gökyüzü gri bir örtüyle kaplanmış. Kuş cıvıltıları azalmış, yapraklar daha sessiz hışırdamaya başlamış. Sanki ormanın bu kısmı yıllardır kimsenin adım atmadığı bir yer gibiymiş.
Tepenin yamacına vardığında sis kalın bir örtü gibi etrafı sarmış, giderek göz gözü görmez olmuş. Hava nemli ve serinmiş. Her yer bembeyaz bir bulutun içinde gibiymiş. Bir süre ilerlemeye çalışmış ama yönünü kaybetmiş.
— “Eyvah, bu sisin içinde kayboldum. Gözümle değil kalbimle görmeliyim artık.” demiş kendi kendine.
Tam umutsuzluğa kapılacakken uzaklardan boğuk bir ses duyulmuş:
— “Kim var orada?”
Mor Baykuş irkilmiş ama korkmamış. Sesin geldiği yöne doğru kanat çırpmış ve nihayet sesin kaynağına ulaşmış. Sislerin arasından iri bir gölge belirmiş. Yaklaşınca onun kocaman, ağır adımlarla yürüyen Bilge Kaplumbağa olduğunu görmüş. Saygıyla selam vermiş:
— “Merhaba, ben Mor Baykuş. Yolumu kaybettim. Sisli Tepe’den geçmem gerek ama yönümü bulamıyorum.”
Bilge Kaplumbağa başını ağır ağır sallamış.
— “Sisli Tepe kolay geçilmez, evlat. Sis sadece gözü değil kalbi de karartır. Ne aradığını bilmezsen yol da seni bilmez.”
Mor Baykuş haritayı çıkarıp göstermiş.
— “Eski bir hazine haritası buldum. Harita beni buradan geçmeye yönlendiriyor. Gerçek olup olmadığını bilmiyorum ama bu yolculuğa çıkmak istedim.”
Kaplumbağa bir süre susmuş. Sonra yavaşça konuşmuş:
— “Gerçek hazine çoğu zaman altın ya da mücevher değildir. Ararken öğrendiklerin, karşılaştığın dostluklar ve içindeki değişim en büyük hazinedir. Ama bu yolu geçmek için önce bir bilmecemi çözmelisin.”
Mor Baykuş dikkat kesilmiş.
Kaplumbağa derin bir nefes alıp sormuş:
“Ne yatar yerinde kımıldamadan,
Ama düş kurar göklerde kanatlanmadan?”
Mor Baykuş düşünmeye başlamış. Başta aklı karışmış. Etrafındaki sis kafasını da bulandırmış. Ama sonra gözlerini kapatıp dinlemiş. Göklerde uçan hayali canlandırmış. Yerinde yatan ama düş gören… Ve cevabı bulmuş:
— “Göl!“
Kaplumbağa gözlerini hafifçe açmış ve tebessüm etmiş.
— “Doğru bildin, küçük baykuş. Göl yerinde yatar ama rüzgârla birlikte hayaller kurar. Geçiş iznini kazandın.”
Birden sis yavaş yavaş dağılmaya başlamış. Güneş bulutların arasından utangaçça süzülmüş. Yol açılmış. Kaplumbağa yolun kenarındaki yosunlu taşı işaret etmiş.
— “Bu taşın altındaki işareti takip et. Seni ormanın öbür yanına götürür. Ama unutma, bu daha başlangıç. Gerçek dostlar yol üzerinde belirecek. Kulaklarını açık tut!”
Mor Baykuş saygıyla eğilmiş.
— “Size minnettarım Bilge Kaplumbağa. Yardımınız olmasaydı sisin içinde kaybolurdum.”
Kaplumbağa başını sallamış.
— “Her yolcu bir gün yol gösteren olur. Bugün ben sana yardım ettim, yarın da sen bir başkasına yardım edersin. Unutma, yol bazen yürüyeni sınar!”
Mor Baykuş vedalaşıp kanat çırpmış. Sis dağıldığı için Sisli Tepe’yi kolayca geçmiş ve haritadaki bir sonraki durağa yönelmiş: Fısıltı Deresi
Fısıltı Deresi

Mor Baykuş’un haritasında Fısıltı Deresi‘nin yanında küçük bir uyarı varmış: “Duyduklarına değil, hissettiklerine güven.”
Bu söz aklına takılmış. “Bir dere ne fısıldar ki?” diye düşünmüş. Ama yolu takip etmeye devam etmiş. Gün boyunca ağaçların arasında süzülerek uçmuş. Çiçeklerin arasından geçmiş, böceklerin ezgili uğultularını dinlemiş. Güneş batmaya başlayınca uzaklarda bir su sesi duymuş. Su sesi rüzgârla birlikte bir ezgi gibi etrafa yayılıyormuş.
Sonunda Fısıltı Deresi’ne varmış.
Derenin kıyısı çiçeklerle dolu, su sanki camdan dökülüyor gibi berrakmış. Ancak garip bir şekilde hafifçe fısıltılar çıkarıyormuş. Bazen bir ninni, bazen de bir uyarı gibi! Dikkat kesilerek kıyıya konmuş. Başını eğip suya kulak vermiş. Fısıltılar diferek anlaşılır kelimelere dönüşmüş:
Dön geri…
Tehlike çok…
Hazine yalan…
Uzaklaş…
Mor Baykuş aniden ürpermiş. Derenin kıyısında bir taşın üstüne konmuş, gözlerini kapatmış ve düşünmeye başlamış. Tam o anda derenin karşı kıyısından bir ses yükselmiş:
— “Sakın onları dinleme!”
Başını kaldırmış. Karşıda, ince uzun bir taşın üstünde zarif bir Su Samuru oturuyormuş.
— “Kim konuşuyor oradan?” diye seslenmiş Mor Baykuş.
Su Samuru ayağa kalkıp elini sallamış.
— “Benim adım Samur Serin. Bu dere yıllardır böyle fısıldar. Geçmeye çalışan her yolcuya korkularını hatırlatır. Bazıları geri döner, bazıları yola devam eder. Ama unutma, dere seni tanımaz. Sadece içindeki şüpheyi yansıtır.”
Mor Baykuş biraz düşünmüş. Kanatlarını hafifçe kapamış.
— “Ama ya doğruysa? Ya gerçekten hazine yoksa? Ya bu yolculuk boşunaysa?”
Samur Serin derenin kenarına eğilmiş, bir çakıl taşı alıp suya atmış. Su halka halka genişlemiş ve fısıltılar bir an durmuş.
— “Bazen en büyük yolculuk, ne bulduğun değil, kim olduğundur. Sen yola niçin çıktığını hatırlıyor musun?”
Mor Baykuş içini çekmiş.
— “Haritayı bulduğumda içimde bir his beni çağırıyordu. Sanki içimde gizli bir yön varmış da, onu arıyormuşum gibi…”
Su Samuru gülümsemiş.
— “İşte o zaman doğru yoldasın. Derenin sesi dışını değil, içini karıştırır. Ama kalbin doğruysa yol seni bırakmaz.”
Mor Baykuş bir süre daha derenin sesini dinlemiş. Fısıltılar yine başlamış ama bu sefer daha zayıf, daha uzaktan geliyormuş. O anda kararını vermiş. Hemen havalanmış ve suya bakmadan ilerlemiş. Karşı kıyıya konduğunda Samur Serin onu bekliyormuş.
— “Aferin sana! Kendine inandın. Artık seninle birlikte yol alabilirim. Bu hazine yolculuğu yalnız gidilmez.”
Mor Baykuş şaşırmış.
— Gerçekten mi? Benimle mi geleceksin?
Serin başını sallamış.
— “Evet. Ben de bir zamanlar bu yolun ucunu merak etmiştim ama bir dostum olmadan geçmeye cesaret edememiştim. Şimdi seninle birlikte arayabiliriz.”
Ve böylece iki yol arkadaşı haritanın bir sonraki durağı olan Kayıp Çayıra doğru birlikte yola çıkmış.
Kayıp Çayır

Mor Baykuş haritayı dikkatle incelemiş. Haritanın bu kısmında, çayıra dair şu not yazılıymış:
“Kayıp olan, göze görünmeyen değildir. Bazen göz önünde olan da görünmez kalır.”
Bu söz kafasını karıştırmış. Serin de yazıyı okuyunca kaşlarını çatmış.
— “Ne demek istemiş acaba? Çayır ortada ama kayıp mı?” demiş.
Mor Baykuş düşünceli bir şekilde cevap vermiş:
— “Belki de çayır gerçekten görünmüyor ama bir şekilde burada. Ya da biz onu yanlış yerde arıyoruz.”
Akşamüstü gökyüzü turuncu ve mor tonlarına bürünmüşken haritanın işaret ettiği noktaya varmışlar. Ancak ortada ne bir çayır varmış ne de açık bir alan. Harita kesin olarak bu bölgeyi gösteriyormuş ama gördükleri sıradan bir ormandan farksızmış.
— “Bu işte bir iş var!” demiş Serin. “Haritaya göre burası çayır ama ortada çayır falan yok. Ağaç üstüne ağaç…”
Mor Baykuş gözlerini kısmış. Dalları dikkatle süzmüş. Sonra hafifçe havalanarak yukarı çıkmış. Yüksekten bakınca ormanın şekli dikkatini çekmiş. Ağaçlar bir çember şeklinde sıralanmış. Çemberin tam ortasında ise farklı renkte parlayan küçük bir açıklık varmış. Ama bu açıklık yalnızca yukarıdan bakıldığında görünüyormuş. Heyecanla seslenmiş:
—” Serin! Ağaçlar çember şeklinde sıralanmış! Ortada bir boşluk var ama yerdeyken görünmüyor! Burası Kayıp Çayır olabilir!”
Serin başını kaldırıp yukarı bakmış. Sonra Mor Baykuş’un gösterdiği yere yürümüş. Ağaçların arasından ilerleyince bir anda karşısına geniş ve yemyeşil bir alan çıkmış. Çimenler ipek gibi yumuşak, çiçekler rengarenkmiş. Havaya tatlı bir lavanta kokusu yayılmış.
— “İşte burası!” demiş Serin. “Gerçekten de kayıp bir çayır. Gözümüzün önündeymiş ama fark edememişiz!”
Mor Baykuş da çayıra inmiş. İkisinin de gözleri parlamış. Burası sadece bir çayır değil aynı zamanda huzur veren bir sığınakmış. Ancak tam rahatlamışlarken çayıra yayılan hafif bir uğultu duymuşlar. Ardından büyük bir ağacın dibinden yaşlı bir ses duyulmuş:
— “Burası herkesin girebileceği bir yer değildir!”
Mor Baykuş ve Serin sesin geldiği yöne dönmüş. Devasa bir ağacın dibinde gri tüyleri neredeyse yere değen yaşlı bir Paçalı Baykuş duruyormuş.
Mor Baykuş kibarca konuşmaya başlamış.
— “Saygıdeğer Baykuş, biz hazine haritasını takip ediyoruz. Kayıp Çayır’ı arıyorduk. Burası olduğunu yeni fark ettik.”
Yaşlı baykuş yavaşça başını sallamış.
— “Harita seni buraya getirmişse demek ki yüreğinde arayış var. Ama burası sadece cesaretle değil, dürüstlükle de geçilir.”
Sonra bir soru sormuş:
— “Sana yol gösteren neydi?”
Mor Baykuş hiç düşünmeden cevap vermiş:
— “Dostum Serin, gözümden kaçanı fark etmemi sağladı. O olmasaydı bu çayırı da göremezdim.”
Yaşlı baykuş başını Serin’e çevirmiş.
— “Gerçek dostluk en karanlık yerleri aydınlatır. Hazineye ulaşmak isteyen yalnızca kendi yolunu değil, yanındaki yoldaşın yolunu da önemsemeli.”
Sonra ayağının altındaki toprağı hafifçe eşelemiş. Toprak altından eski bir taş parçası çıkarmış. Taşın üzerinde garip semboller varmış.
— “Bu sizi haritadaki bir sonraki noktaya götürecek anahtardır. Ama dikkatli olun. Yol bundan sonra daha zorlu olacak.”
Mor Baykuş taşı almış. Taş, haritadaki son simgeyle uyumluymuş. Bir geçidi işaret ediyormuş: Yankılı Mağara.
Serin merakla sormuş:
— “O mağara da mı gizemli?”
Yaşlı baykuş derin bir iç çekmiş.
— “O mağarada herkes kendi sesini duyar. Ama bazen insan kendi sesini duymaya bile dayanamaz!”
Mor Baykuş ve Serin geceyi orada geçirmişler. ve ertesi sabah yeni bir maceraya başlamak için güç toplamışlar.
Yankılı Mağara

Ertesi sabah yola çıkmadan önce Mor Baykuş haritayı yeniden dikkatle incelemiş. Yankılı Mağara’nın işaretli olduğu yerin hemen altına şunlar yazılıymış:
“Kendi sesinden korkan gerçeği göremez!”
Bu cümle Mor Baykuş’un içine ince bir ürperti salmış. Daha önce de gizemli sözler ile karşılaşmasına rağmen bu defaki sanki daha derin, daha kişisel bir anlam taşıyormuş. Su Samuru Serin, Mor Baykuş’un düşünceli hâlini fark etmiş.
— “Ne oldu? Kaşlarını çatmışsın yine!” diye sormuş.
Mor Baykuş başını kaldırmış.
— “Bu mağaranın içinde yankılar varmış. Herkes kendi sesini duyarmış. Ama belki de sadece sesimiz değil, düşüncelerimiz, korkularımız, pişmanlıklarımız da yankılanır?!”
Serin, bir an duraksamış, sonra gülümsemiş.
— “O zaman dürüst olanın korkacak bir şeyi yok. Hem buraya kadar geldik. Geri dönmek olmaz?” demiş.
Mor Baykuş hafifçe gülümsemiş. Sonra birlikte yola koyulmuşlar. Gün boyunca dağ yollarından geçmişler, taşlı patikaları aşmışlar. Güneş göğün en yüksek noktasına ulaştığında mağaranın önüne varmışlar.
Yankılı Mağara, dağın yamacında kocaman bir ağız gibi açılıyormuş. Girişin etrafı yosunlarla kaplıymış. İçerisi karanlıkmış ve derinmiş. Mağaranın ağzına yaklaştıklarında ayaklarının altındaki taşlardan yankılar yükselmiş.
Serin derin bir nefes almış.
— “Hadi bakalım! Ne göreceksek şimdi göreceğiz.” demiş.
İçeri adım attıklarında mağara sessizliğe bürünmüş. Mor Baykuş kanatlarını hafifçe açarak yürümüş, Serin ise dikkatlice ilerlemiş. Her adımları duvara çarpıp yankılanmış. Bir süre sonra garip şeyler olmaya başlamış. Mağaranın içinde sesler yükselmiş. Ama bu sesler dışarıdan değil kendi ağızlarından çıkıyor gibiymiş.
“Yol uzun, yoruldum…”
“Ya hazine yoksa?”
“Yanlış bir karar mı verdim?”
Mor Baykuş irkilmiş. Bu cümleler daha önce hiç kimseye söylemediği, sadece düşündüğü cümlelermiş! Sessizce kalbinin derinlerinde olan şüpheler şimdi duvarlardan yankılanıp kulaklarına çarpıyormuş.
Serin de durmuş. Gözleri kararmış ve kendi sesini duymuş:
“Ben sadece eşlik ettim, aslında ne aradığımı bile bilmiyorum…”
“Belki de hazine benim için değil…”
İkisi de susmuş. Sanki mağaranın duvarları kalplerine ayna tutuyormuş. İçlerindeki en gizli düşünceler, saklı korkular, gizemli duvarlarda yankı buluyormuş.
Tam o anda başka bir ses daha yükselmiş. Bu ses ne Mor Baykuş’a ne de Su Samuru Serin’e aitmiş. Ama yumuşak ve güven verici bir tınısı varmış:
“Kendinden kaçan hazineden de uzak kalır.”
“Gerçek hazine korkunun ötesinde yatar.”
“Kendi yankısına tahammül eden yüreğinin kapısını açar.”
Mor Baykuş gözlerini kapamış. Derin bir nefes almış. Kalbindeki korkuyu kabul etmiş. Kendi sesini, şüphesini, kararsızlığını duymaktan çekinmemiş. Sonra konuşmuş:
— “Evet, korktum. Yolun başında da korktum, Fısıltı Deresi’nde de korktum. Ama içimdeki sesi susturmadım. Çünkü bu yolun beni değiştirdiğini biliyorum.”
Serin de başını kaldırmış.
— “Ben de şüphe ettim. Ama dostluk karanlıkta bile el uzatınca ışık olurmuş. Bu yolculukta en büyük kazancım seninle tanışmak oldu.”
O anda mağaranın içi aydınlanmaya başlamış. Loş taş duvarlardan yavaşça altın renkli bir ışık süzülmüş. Mağaranın tam ortasında, yerin içine gömülü eski bir sandık ortaya çıkmış. Sandığın üstü yosunla kaplıymış ama kilidi yokmuş.
Mor Baykuş ve Serin birlikte sandığın kapağını açmışlar. İçinde altınlar, mücevherler ya da değerli taşlar yokmuş. Onların yerine parşömenlerden yapılmış eski kitaplar, pusulalar, el yazmaları, eski dostluk mektupları ve başka yolcuların bıraktığı notlar varmış.
— “Hazine bu muymuş?” diye sormuş Serin, şaşkınlıkla.
Mor Baykuş gülümsemiş.
— “Bu, yolun sonunda kazanılan bir bilgeliğin hazinesi. Sadece değerli taşlar değil geçmişten gelen yolculukların, duyguların, cesaretin armağanı. Bu sandık kalpleri zenginleştirir.”
İkisinin de gözleri dolmuş. Yavaşça sandığı kapatmışlar. O anda mağaranın tavanında bir açıklık belirivermiş. Güneş ışığı içeri sızmış ve sandığın üstünde dans etmiş. Mağara, sessizce onlara veda etmiş.
Ve böylece Mor Baykuş ile Serin hazinenin ne olduğunu gerçekten anlamışlar:
Kendi sesine kulak veremeyen, dışarıdaki hiçbir cevabı duyamaz. En büyük hazine yüreğin derinliklerinde saklıdır ve buraya sadece cesaretle, sabırla ve dostlukla ulaşılabilir.
Eve Dönüş ve Gerçek Hazine

Mor Baykuş ile Su Samuru Serin, Yankılı Mağara’nın sırrını çözdükten sonra kalplerinde tarifsiz bir huzur hissetmişler. Mağaradan dışarı adım attıklarında gün yavaş yavaş akşamın koyu renklerine bürünüyormuş.
Mor Baykuş, Serin’e dönüp gülümsemiş:
— “Dostum, yolun sonunda altınlar, mücevherler yok belki ama bizim yolculuğumuz en büyük hazineymiş!”
Serin’in gözleri parlamış:
— “Doğru söylüyorsun. Bu yolculuk bize kim olduğumuzu öğretti. Ayrıca cesaretin ve dostluğun değerini gösterdi.”
Sonra Kayıp Çayır’dan Fısıltı Deresi’ne doğru yola koyulmuşlar. Ormanın içinden geçerken karşılaştıkları hayvanlar onlara başlarından geçenleri sormuş, Mor Baykuş ve Serin de tecrübelerini onlarla paylaşmışlar.
Ertesi sabah Mor Baykuş ormandaki, Serin de ırmak kıyısındaki yuvasına dönmüş. Ancak ayrılmadan önce Mor Baykuş’un aklına yaşlı Paçalı Baykuş’un sözleri gelmiş: “Gerçek dostluk en karanlık yerleri aydınlatır.” Sonra Serin’e sımsıkı sarılmış.
— “Sen olmasaydın bu kadar cesaret edemezdim. Çünkü en karanlık anlarda dostlardan gelen destek bir güneş gibidir.” demiş.
Serin hafifçe gülmüş:
— “Senin bilgin de yolumuzu aydınlattı. Bu yolculukta kazandığımız her şey ömrümüz boyunca bizimle kalacak.”
Bu iki dostun serüveni ormanın her köşesine yayılmış ve her yerde şu söz söylenir olmuş:
“Korkuların üstesinden gelmek için cesaret et, dostlukları sıkı tut. Çünkü gerçek hazine yolun kendisidir!”
Ve masal burada son bulmuş. Ama kalplerdeki yankısı uzun yıllar sürmüş… Gökten üç elma düşmüş: Biri bu masalı anlatanlara, biri bu masalı dinleyenlere, biri de yüreğinde dostluk taşıyanlara.
Öneri: Bu masala benzer masal okumak için Hayvan Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz.