Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uçsuz bucaksız çölün tam ortasında, kumların arasında minik bir mirket ailesi yaşarmış. Bu ailedeki en tuhaf mirket kuşkusuz ki Mirket Milo imiş. Diğer mirketler günlerini yiyecek aramak ve tünellerini genişletmekle geçirirken, Milo’nun aklı hep macera dolu hikâyelerde ve keşfedilmemiş yerlerde dolaşırmış.
Tüyleri çöl güneşinin altında altın gibi parlarmış. Gözleri ise karanlık tünellerde bile yolunu bulabilecek kadar keskinmiş. Ama ailedeki büyükler, “Bu yavrunun gözleri keskin olsa da aklı hep bulutların üzerinde dolaşıyor!” derlermiş.
Her akşam aile üyeleri günün yorgunluğunu atmak için toplanır ve yaşlı mirketler eski zamanlardan hikâyeler anlatırlarmış. Milo da bu hikayeleri dinlemek için her zaman en ön sıraya oturur, kulakları dimdik, gözleri parlayarak anlatılanları kaçırmamaya çalışırmış.
Kumun Gizlediği Efsane

Bir akşam ailenin en yaşlı üyesi Bilge Taru, çölün derinliklerinden gelen esrarengiz bir hikâye anlatmış:
“Çok çok eski zamanlarda gökyüzünü karartan dev bir kum fırtınası çıkmış. Bu fırtına öyle güçlüymüş ki kayaları yerinden söker, ağaçları kökünden çıkarırmış. İşte bu fırtına nereden geldiği bilinmeyen gizemli bir sandığı sürükleyerek çölün bilinmeyen bir köşesinde gizli bir mağaraya saklamış.”
Milo heyecanla sormuş:
— “Peki bu sandığın içinde ne varmış, Bilge Taru?”
Yaşlı mirket gülümsemiş:
— “İşte bunu kimse bilmiyor. Kimileri içinde parlak taşlar olduğunu kimileri ise çölü yemyeşil bahçelere çevirecek sihirli tohumlar olduğunu söyler. Bazıları da sandığın içinde çölün tüm sırlarını gösteren bir harita olduğuna inanır.”
O geceden sonra Milo’nun aklı hep bu gizemli sandıkta kalmış. Geceleri rüyasında sandığı görür, gündüzleri ise ufka bakıp sandığın nerede olabileceğini düşünürmüş.
Macera Çağrısı

Günler böyle geçip giderken Milo’nun içindeki merak giderek büyümüş. Bir sabah güneş henüz kumları ısıtmaya başlamışken, Milo kararını vermiş: “Bu sandığı bulmalıyım!”
O gün ailenin diğer üyeleri günlük işlerine dalarken Milo çölün uzak tepelerini incelemiş. “Sandık oralarda bir yerde olmalı.” diye düşünmüş. “Ve ben onu bulacağım!”
Akşam olup da herkes uykuya dalınca küçük bir çıkın hazırlamış. İçine birkaç kuru böcek, bir su kabağı ve büyükbabasından kalan küçük bir pusula koymuş. “Yarın şafak sökmeden yola çıkacağım!” demiş kendi kendine.
Fakat tam uyumaya hazırlanırken kulağına bir ses gelmiş: “Yine ne planlar yapıyorsun, Milo?”
Dönüp baktığında çölün en bilge üyelerinden Numi‘yi görmüş. Numi, gözleri gecenin karanlığında bile parlayan yaşlı bir baykuşmuş. Yıllar önce mirketlerle arkadaş olan bu baykuş ailenin yakınındaki bir ağaç kovuğunda yaşıyormuş.
Milo önce gizli planını anlatmak istememiş ama Numi’nin bilge bakışları karşısında dayanamamış:
— “Kum fırtınasının sakladığı sandığı bulmaya gidiyorum.” demiş sonunda.
Numi başını iki yana sallamış:
— “Çöl tehlikelerle dolu, Milo. Tek başına böyle bir yolculuğa çıkman akıllıca değil.”
Tam o sırada yakındaki dikenli çalılardan bir hışırtı gelmiş ve oradan minik bir kirpi çıkıvermiş. Bu, Milo’nun arkadaşı Topi‘ymiş. Tüyleri dimdik, gözleri cesaretle parlayan bu kirpi, Milo’nun en yakın dostuymuş.
— “Ben de geliyorum!” demiş Topi heyecanla. “Macera olmadan hayat çok sıkıcı!”
Numi iç çekmiş:
— “Görüyorum ki kararınızı vermişsiniz. Öyleyse ben de sizinle geleceğim. Çölde yön bulmak için gökyüzünü okumayı biliyorum. Ayrıca gece görüşüm de işinize yarayacaktır.”
Böylece üç kafadar şafak sökmeden yola çıkmaya karar vermişler. Milo heyecandan sabaha kadar uyuyamamış. Sonunda gerçek bir maceraya atılacakları için içi içine sığmıyormuş.
Kumlar Arasındaki Yolculuk

Gün ağarmadan üç arkadaş buluşmuş ve sessizce aileden uzaklaşmışlar. Güneş ufukta belirmeye başladığında çölün derinliklerine doğru ilerliyorlarmış.
— “Kum fırtınası doğudan gelmiş olmalı!” demiş Numi, gökyüzüne bakarak. “Sandık da büyük ihtimalle doğu-batı yönünde sürüklenmiştir.”
Kirpi Topi neşeyle sıçrayarak:
— “O zaman batıya doğru gitmeliyiz!” demiş.
Milo başıyla onaylamış ve küçük grup batıya doğru yürümeye başlamış. Güneş yükseldikçe çölün sıcağı da giderek artıyormuş. Kumlar öyle ısınmış ki minik ayakları üzerinde yürümek giderek zorlaşıyormuş.
— “Biraz dinlenip su içelim.” demiş Milo, güneşin tam tepede olduğu öğle vaktinde.
Üç arkadaş bir kaya gölgesine sığınıp dinlenirken ufukta tuhaf bir görüntü belirmiş.
— “Bakın!” diye bağırmış Topi. “İleride su var! Kocaman bir göl!”
Milo heyecanla bakmış ancak Numi kanatlarını açarak onları durdurmuş:
— “O bir serap, dostlarım. Çöl bizi kandırmaya çalışıyor. Orada su yok.”
Çölün Sınamaları

Yolculuklarının ikinci gününde gökyüzü aniden kararmaya başlamış. Uzaktan gelen uğultular yaklaşan bir kum fırtınasının habercisiymiş.
— “Sığınacak bir yer bulmalıyız!” diye bağırmış Numi, telaşla. “Kum fırtınası yaklaşıyor!”
Üç arkadaş panikle etraflarına bakınmış. Uzakta birkaç kaya parçası görünüyormuş. “Oraya koşalım!” demiş Milo, öne atılarak. Tam kayalara ulaştıklarında fırtına şiddetini artırmış. Kumlar gökyüzünü kaplamış, güneş görünmez olmuş. Kaya çıkıntısının altına sığınan arkadaşlar korkuyla birbirlerine sokulmuşlar.
— “Belki de bu maceraya atılmamalıydık!” diye fısıldamış Topi, dikenlerini korkudan büzerek.
Milo da endişelenmeye başlamış. Ya aileyi bir daha göremezlerse? Ya bu fırtınada kaybolurlarsa? Ancak Numi bilge sesiyle:
— “Korkmayın!” demiş. “Her fırtına er ya da geç diner. Yapmamız gereken sakin kalmak ve birbirimize güvenmek.”
Milo o an gerçek cesaretin tehlikenin olmadığı zamanlarda böbürlenmek değil, zorlu anlarda bile umudunu ve soğukkanlılığını koruyabilme olduğunu anlamış.
Fırtına sonunda dindiğinde çöl tamamen değişmiş. Eski kum tepeleri yerlerini yenilerine bırakmış, ufuk çizgisi bile farklılaşmış.
— “Yönümüzü kaybettik!” demiş Milo, endişeyle.
Numi gökyüzüne bakmış:
— “Hayır, batı hala o tarafta.” diyerek kanadıyla işaret etmiş. “Devam etmeliyiz.”
Yürümeye başladıklarında Topi aniden durmuş:
— “Bakın! Şu izlere bakın!”
Kumların üzerinde rüzgârın tamamen silip süpüremediği eski bir iz varmış. Büyük, ağır bir cismin sürüklendiğini gösteren derin bir iz…
— “Bu sandığın izi olmalı!” diye heyecanla bağırmış Milo. “Kum fırtınası sandığı sürüklerken bıraktığı iz!”
Üç arkadaş yeni bir umutla izleri takip etmeye başlamışlar. İz bazen kayboluyor, bazen tekrar beliriyormuş. Güneş batmak üzereyken izler onları çölün ortasındaki tuhaf bir kayalığa getirmiş.
Gizemli Mağara

Karşılarında kumların arasından yükselen devasa kayalar varmış. Kayaların arasında karanlık bir ağız gibi açılan bir mağara görünüyormuş.
— “İşte burada olmalı!” demiş Milo, heyecanla. “Sandık bu mağarada olmalı!”
Mağaranın girişi dar ve karanlıkmış. İçeri girmek için cesaret gerekiyormuş.
— “Ben öncülük edeceğim.” demiş Numi. “Karanlıkta görebiliyorum.”
Baykuş önde, diğerleri arkada mağaraya girmişler. İçerisi serin ve nemliymiş. Duvarlardan süzülen su damlaları minik havuzlar oluşturuyormuş. Mağara yürüdükçe genişliyormuş. Derken mağaranın en derin noktasında, yılların tozuyla kaplanmış ahşap bir sandık görmüşler. Kum fırtınasının saklamış olduğu sandık tam karşılarındaymış! Milo heyecanla sandığa yaklaşmış.
— “Sonunda bulduk!” diye sevinç çığlıkları atmış.
Topi de heyecanla zıplamış:
— “Hadi açalım! İçinde ne var görelim!”
Fakat sandığın üzerinde tuhaf işaretler varmış. Bir tür bilmece gibiymiş. Numi işaretleri incelemiş:
— “Bu eski bir dil. Sandık ancak bilmeceyi çözene açılacak.”
Bilmece şöyleymiş:
Göremezsin ama hissedersin, duyamazsın ama bilirsin. En karanlık zamanda yol gösterir, en zor anda güç verir. Nedir?
Üç arkadaş düşünmeye başlamış. Topi taş, su, yıldız gibi cevaplar önermiş ama hiçbiri doğru değilmiş. Numi rüzgâr, bilgelik demiş, o da olmamış. Milo derin derin düşünmüş. Yolculuk boyunca yaşadıklarını, fırtınada hissettiklerini, arkadaşlarıyla paylaştığı anları hatırlamış.
— “Dostluk,” demiş sonunda. “Cevap dostluk olmalı.“
O an sandıktan tatlı bir müzik sesi yükselmiş ve kapağı yavaşça açılmaya başlamış.
Gerçek Hazine ve Eve Dönüş

Sandığın içinde beklenen hazineler, sihirli taşlar ya da haritalar yokmuş. Onun yerine içinden parlak bir ışık yükseliyormuş.
Işık yavaşça şekil değiştirmiş ve karşılarında üç görüntü belirmiş: Milo cesaretiyle parlayan bir mirket olarak, Topi neşesi ve sadakatiyle ışıldayan bir kirpi olarak, Numi ise bilgeliği ve yol göstericiliğiyle aydınlanan bir baykuş olarak…
“Anlıyorum!” demiş Numi yumuşak bir sesle. “Sandığın içindeki hazine bizim ta kendimizmiş. Yolculuğumuz boyunca kazandığımız değerler, dostluğumuz ve birbirimizden öğrendiğimiz dersler!”
Milo gülümsemiş:
— “Demek gerçek hazine aradığımız şey değil, ararken bulduklarımızmış.”
Sandıktan son olarak küçük bir kitap çıkmış. Kitabın sayfalarında çölün sırları, bitkilerin iyileştirici güçleri ve hayvanların dilleri yazıyormuş. Aileye götürebilecekleri en değerli hazine işte buymuş.
Üç arkadaş kitabı ve öğrendikleri dersleri yanlarına alarak mağaradan çıkmışlar. Dönüş yolculuğu gidiş yolculuğundan daha kolay geçmiş çünkü artık birbirlerine daha çok güveniyorlar ve çölün dilini daha iyi anlıyorlarmış.
Aileye döndüklerinde tüm mirketler onları merakla karşılamış. Milo ve arkadaşları başlarından geçenleri ve sandığın gerçek sırrını anlatmışlar.
O günden sonra Milo artık ailenin en saygı duyulan üyelerinden biri olmuş. Akşamları gençlere maceralarını anlatır, onlara cesaretin, dostluğun ve bilgeliğin önemini öğretirmiş.
Bilge Taru bir gün Milo’ya: “Sen sandığı bulmakla kalmadın, içindeki gerçek hazineyi de anladın,” demiş. “Şimdi bu bilgeliği diğerleriyle paylaşma zamanı.”
Ve böylece çöldeki küçük mirket ailesi, Milo’nun getirdiği bilgilerle daha güçlü, daha bilge ve daha mutlu bir topluluk haline gelmiş. Milo ise her gün ufka bakar, yeni maceraların hayalini kurarmış.
Masal burada bitmiş ama Milo’nun merak dolu yüreği ve dostlarının sevgisi sonsuza dek sürmüş.
Öneri: Bu masala benzer masal okumak için Uyku Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz.