Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda yemyeşil ağaçlarla dolu, kuş cıvıltılarının hiç eksik olmadığı büyük bir ormanda Çizgican adında bir zebra yaşarmış.
Vücusundaki beyaz çizgiler bulutlar gibi bembeyaz, siyah çizgiler ise yıldızlı bir gökyüzü kadar parlakmış. Özellikle içinde taşıdığı şefkat ve merhamet o kadar büyükmüş ki ormanda kim dara düşse, kim üzülse, kim yardıma ihtiyaç duysa hemen orada biter, kocaman yüreğiyle herkese el uzatırmış.
Ormanda Bir Sabah

Bir sabah güneş henüz ağaçların yapraklarına dokunmuşken dere kenarında yürüyüş yapmaya çıkmış. Yolda hem karıncalarla konuşmuş, hem sabah çiğini yalamaya çalışan bir kirpiye selam vermiş hem de çiçeklerin üstündeki kelebeklere gülümsemiş. Onun bu hâli ormandaki her canlıya huzur veriyormuş.
Tam dereye eğilip su içecekken uzaktan ince bir ağlama sesi duymuş. Kulaklarını dikmiş, gözlerini kısarak ormana kulak vermiş. Evet! Bu bir yavru sesiymiş. Bir süre dinledikten sonra nihayet sesin geldiği yeri anlamış ve hemen o yöne doğru koşmuş.
Çalıların arasında minik bir baykuş yavrusu ağlıyormuş. Kanadı incinmiş, uçmaya çalışırken yere düşmüş.
— “Merhaba küçük dostum,” demiş Çizgican yumuşacık bir sesle. “Seni inciten ne oldu?”
Baykuş yavrusu hıçkırarak cevaplamış:
— “Kanadım çok acıyor… Annemi kaybettim ve çok korkuyorum!” demiş.
Çizgican başını eğmiş ve nazikçe yavrunun yanına uzanmış.
— “Endişelenme. Artık yalnız değilsin. Seni iyileştireceğiz.” diyerek yavru baykuşu sakinleştirmeye çalışmış.
Bu sırada ormandan bir sincap, bir kaplumbağa ve bir papağan çıkagelmiş. Sincap hemen büyük bir yaprak getirmiş. Kaplumbağa iyileştirici otları bulmuş. Papağan ise gökyüzünde süzülerek Baykuş Ana’yı aramaya gitmiş.
Şefkatle Sarılan Kanatlar

Çizgican, kaplumbağanın getirdiği otları çiğneyip bir macun hâline getirerek dikkatlice sürmüş. Sonra sincapla birlikte yavrunun kanadına yaprağı sarmış. Bütün bunlar olurken yavru baykuş korkuyla Çizgican’a bakmış.
— “Sen neden bana yardım ediyorsun?” diye sormuş. “Ben seni tanımıyorum bile!…”
Çizgican gülümsemiş:
— “İyilik yapmak için tanımak gerekmez. Kalbimizin sesi yeterlidir. Merhamet tanıdığımıza değil ihtiyacı olana verilir.”
Bu sözleri duyan sincap ve kaplumbağa başlarını sallayarak onaylamışlar. O sırada papağan gökyüzünden bir çığlıkla geri dönmüş:
— “Baykuş Ana geliyor!” diye bağırmış.
Ve ardından büyük ve asil bir baykuş ormanın karanlık dalları arasından süzülerek yere inmiş. Gözleri telaşlıymış. Yavrusunu görünce hemen yanına koşmuş ve koruyucu kanatlarıyla onu sarmış.
— “Çizgican!” demiş Baykuş Ana, gözleri dolu dolu. “Sana nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Oğlumu bana kavuşturdun. Merhametin tüm ormanı aydınlatıyor.”
Fırtına ve Cesaret

Baykuş Ama yavrusunu alıp gittikten bir süre sonra gökyüzü birden kararıvermiş. Uzaklarda kara bulutlar toplanmış. Fırtına geliyormuş! Orman hayvanları telaş içinde kaçışmaya başlamış. Ağaçlar eğilmiş, rüzgâr uğuldamış.
O esnada küçük bir ses duyulmuş:
— “Yardım edin! Yardım edin!”
Bu kez ses göl kenarından geliyormuş. İlk koşan her zamanki gibi yine Çizgican olmuş. Küçük bir kunduz, yuvası yıkılmak üzereyken orada mahsur kalmış.
Çizgican hiç düşünmeden suya atlamış. Diğer hayvanlar korkuyla onu izlemiş. Yakınlardaki bir sincap hemen bir sarmaşık bulup getirmiş. O esnada göl kenarında dinlenmekte olan kurbağa hemen suya atlayarak suyun içinde yön göstermiş. Papağan ise yine yukarıdan olup biteni gözetlemiş.
Çizgican sarmaşığı kunduza uzatmış:
— “Cesur ol küçük dostum. Tut şunu ve bana güven.” demiş.
Kunduz korkuyla ama güvenle sarmaşığı tutmuş. Çizgican onu yavaş yavaş çekmiş. Dalgalar daha da yükselmiş ama o hiç vazgeçmemiş. Ve sonunda kunduz kurtulmuş. Ağlayarak:
— “Beni bırakmadın! Hem de tanımadığın hâlde… Neden?” diye sormuş.
Çizgican gülümsemiş ve her zamanki gibi:
— “Çünkü sevgi sadece tanıdıklara değil, her canlıya verilmesi gereken bir hediyedir.” demiş.
Gölge Altında Saklanan Sır

Günler günleri kovalamış ve ormandaki tüm hayvanlar Çizgican’ı konuşur olmuş. Herkes ondan övgüyle bahsediyor, ellerinden geldiğince onun gibi merhametli olmaya çalışıyormuş. Hatta küçük hayvanlar oyunlarında onu taklit edip birbirlerine yardım bile ediyormuş.
Fakat uzaklarda, ormanın daha önce kimsenin gitmediği karanlık ve sessiz kısmında bambaşka şeyler olmaktaymış. Burada, uzun yıllardır diğer hayvanlardan uzakta yaşayan, Kara isminde yaşlı bir panter varmış. Her ne kadar kalbi bir zamanlar sevgiyle dolu olsa da insanların ormana verdiği zararlar yüzünden ailesini kaybedince kalbi taş kesilmiş. O günden sonra merhamete olan inancını yitirmiş ve yalnız yaşamaya başlamış.
Kara, Çizgican’ın ününü duymuş ama:
— “Merhametmiş, şefkatmiş… Boş laflar bunlar! Gerçek dünya güçlü olana saygı duyar, yumuşak kalplilere değil.” diye alay etmiş.
Günlerden bir gün ormanda dolaşırken yaralı bir porsuk yavrusu görmüş. Yardım etmek istemiş ama eli, daha doğrusu pençesi, taşlaşmış kalbi nedeniyle kıpırdamamış. Tam o anda Çizgican çıkagelmiş.
— “Merhaba Kara. Yardıma ihtiyacın var gibi görünüyor.” demiş sakince.
Kara sinirle arkasını dönmüş:
— “Senin o merhamet dolu laflarını duymaya tahammülüm yok! Bu ormanda herkes kendi başının çaresine bakmalı.”
Çizgican gözlerini kısıp ciddi bir ifadeyle konuşmuş:
— “Ben de kendi başımın çaresine bakıyorum. Ama kalbimle. Ve bazen en zor olan da budur. Taş gibi bir kalp yerine yumuşak bir yürek taşımak cesaret ister.” diye karşılık vermiş.
Kara bir an susmuş. Gözleri yerde inleyen porsuk yavrusuna kaymış. Sonra tekrar Çizgican’a bakmış:
— “Sence hâlâ kurtarılabilir miyim?” demiş fısıltıyla.
Çizgican yaklaşmış ve sessizce yanına oturmuş.
— “Merhamet her zaman ikinci bir şans verir. Eğer kalbinin kapısını açarsan içeri güneş girer.” demiş.
Bu sözler üzerine Kara’nın kalbi az da olsa yumuşamaya başlamış.
Büyük Tehlike: Ormana Gelen İnsanlar

Tam ormanda her şey normale dönmeye başlamışken ormanın sınırına büyük iş makinaları dayanmış. İnsanlar yol yapmak için ağaçları kesiyormuş. Gürültü, motorlar, metalin sesi tüm ormanı inletmiş. Kuşlar kaçışmış, tavşanlar saklanacak yer bulamamış. Ağaçlar birer birer devrilmiş.
Hayvanlar korkuyla toplanmış.
— “Ne yapacağız? Onlar çok güçlü!” demiş kaplumbağa.
— “Uçamayacak kadar duman var!” diye bağırmış papağan.
O sırada Çizgican ileri atılmış.
— “Birlikte olursak güçlü oluruz! Fakat sadece öfkeyle değil, akılla ve şefkatle…”
Hayvanlar şaşırmış:
— “Şefkatle mi? İnsanlara mı şefkat göstereceğiz?”
Çizgican başını sallamış:
— “Evet. Onlar da bizim gibi öğrenebilir. Ama önce görmeleri gerekiyor.”
Plan hemen oracıkta yapılmış. Papağanlar gökyüzünden mesajlar taşımış. Maymunlar ağaçlara beyaz bezler asmış. Çizgican ormanın ortasında beyaz çamurla kendisini boyamış ve bu sayede barışın sembolü haline gelmiş. En sonunda tüm hayvanlar onun etrafında toplanmış.
İnsanlar ormanın derinliklerine geldiğinde bu büyük ve sessiz düzenle karşılaşmışlar. Hiçbir hayvan kaçmıyor, tüm gözler onlara bakıyormuş. Ve önlerinde merhametin sembolü olan Çizgican duruyormuş.
İnsanlardan biri duraksamış ve ardından elindeki testereyi yere bırakmış:
— “Bakın, ne kadar da güzeller. Biz ne yapıyoruz böyle?” demiş.
Ve bir mucize olmuş. İnsanlar ormanın güzelliğini, düzenini ve yaşam dolu ritmini ilk defa fark etmiş. Ağaç kesimi durdurulmuş, ormana zarar verilmeden yürüyüş yolları yapılması planlanmış ve ormanın bir bölümü koruma alanı ilan edilmiş.
Masalın Sonu

Böylece bir zamanlar yalnız bir zebra olan Çizgican merhametiyle bir ormanı dönüştürmüş. Kalplerde sevgi, sözlerde şefkat, davranışlarda birlik olmuş.
Yumuşak kalplerin en güçlü silah olduğunu anlatan bu masal da burada son bulmuş.
Gökten üç elma düşmüş: Biri bu masalı okuyan çocukların, biri merhameti hiç bırakmayan Çizgican’ın, biri de kalbinin kapısını şefkate açan herkesin başına!
Öneri: Masal izlemek için Masal Videoları sayfamıza göz atabilir veya YouTube Kanalımızı ziyaret edebilirsiniz.