Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak bir köyde Kıvrak adında bir manda yaşardı. Köyün en çılgın, en hareketli mandasıydı. Diğer mandalar sakin sakin otlarken o çayırlarda zıp zıp zıplardı. Çamur birikintilerinde şap şup koşar, köyün çocuklarıyla saklambaç oynardı.
En belirgin özelliği boynunda taşıdığı kocaman, gümüş çanıydı. Bu çan ona büyükannesi Tombul’dan miras kalmıştı. Öyle güzel ses çıkarır ki köyün tüm çocukları bu sesi duyunca “Kıvrak geliyor!” diye bağırarak onun yanına koşardı.
Tüyleri simsiyah olmasına rağmen alnında yıldız şeklinde bembeyaz bir leke vardı. Kocaman gözleri, her daim gülümseyen bir yüz ifadesi taşıyordu. Kuyruğu hiç durmaz, oraya buraya neşeyle sallanırdı. Kısacası görenlerin hemen sevdiği bir mandaydı.
Sadece insanlar değil köydeki tüm hayvanlar da Kıvrak’ı çok severdi. İnekler enerjisine hayran kalır, keçiler onunla oynamayı çok severdi. Tavuklar bile peşinden koşardı. Çünkü Kıvrak nereye gitse orada bir macera başlardı.
En sevdiği şey ise sabah erken saatlerde köy meydanında tur atmaktı. Köylüler uyanmadan önce, kötün dar sokakları arasında yürüyerek kendine has bir melodi tuttururdu. Çiçeklerin arasından geçerken boynundaki çan tatlı tatlı çınlardı.
Çanın Kayboluşu

Bir sabah her zamanki gibi erkenden uyandı. Gerinerek ahırdan çıktı ve sabah serinliğinde biraz dolaşmaya karar verdi. Dere kenarına indi, biraz su içti, sonra da dere boyunca yürümeye başladı.
Derenin kenarında minik kurbağalar gördü. Onlara “Günaydın” diyerek selam verdi. Kurbağalar da ona zıplayarak karşılık verdiler. Sonra biraz daha ilerleyerek dereyi çevreleyen söğüt ağaçlarının arasından geçti. Dalların arasında cıvıldaşan kuşları dinledi. Sabahın bu sakin saatlerini çok severdi.
Yürüdükçe açılan iştahıyla ormana yakın bir çayırlıkta otlamaya başladı. O kadar dalmıştı ki ne kadar uzaklaştığını fark etmedi bile. Taze otlar öyle lezzetliydi ki kendini hiç bu kadar aç hissetmemişti.
Öğle vakti olduğunda köye döndü. Çiftçi Mehmet Amca ona seslendi:
“Kıvrak, nerelerdesin? Seni gören var mı diye merak ettim. Sabahtan beri seni arıyorum.”
Kıvrak boynunu sallayarak çanının sesini çıkarmak istedi ama hiç ses gelmedi. Şaşkınlıkla boynuna baktı ki ne görsün: Çanı yerinde yoktu! Büyükannesinden kalan değerli çanı kaybolmuştu!
O kadar üzüldü ki gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Büyükannesinden kalan tek hatıra o çandı. Hem de köydeki herkes onu o çanın sesiyle tanırdı. Çansız bir Kıvrak düşünülemezdi!
— “Çanım! Sevgili çanım! Nereye gittin?” diye bağırdı Kıvrak. Sesi öylesine üzgündü ki yakınlardaki kuşlar bile sustu.
Arayış Başlıyor

Hemen çanını aramaya karar verdi. Önce gittiği yolları tekrar yürüdü. Dere kenarını, çayırları, orman girişini ve diğer geçtiği her yeri kolaçan etti ama çanı bir türlü bulamadı.
Dere kenarındaki söğüt ağaçlarının altına baktı. Belki dallardan birine takılmış olabilirdi. Her bir dalı dikkatle inceledi, otların arasına baktı, çamurlu yerleri bile eşeledi. Ama çan ortalarda yoktu. Çaresizlik içinde ne yapacağını düşünürken yanına köyün akıllı köpeği Karabaş geldi.
— “Ne oldu Kıvrak? Neden bu kadar üzgünsün?” diye sordu Karabaş.
Kıvrak gözyaşları içinde:
— “Karabaş kardeş, büyükannemden kalan çanımı kaybettim. Bana yardım eder misin?” dedi.
Karabaş, Kıvrak’ın derdini dinledi ve:
— “Merak etme, ben çok iyi koku alırım. Senin kokunu takip eder, gittiğin yerleri bulur ve çanını ararız!” diye cevap verdi.
Böylece Kıvrak ve Karabaş birlikte aramaya koyuldular. Önce ahıra baktılar, sonra Kıvrak’ın sabah gezdiği yerleri tek tek dolaştılar. Karabaş burnuyla her yeri kokladı, her köşeyi araştırdı. Kıvrak da büyük gözleriyle etrafa bakındı.
— “Belki de çayırda otlarken düşürdüm!” dedi Kıvrak.
— “O zaman orayı daha dikkatli aramalıyız.” diye karşılık verdi Karabaş.
Çayıra gittiler ve karış karış aradılar. Ama çanı bir türlü bulamadılar.
Köyün Yardımı

Güneş batmaya yaklaşırken köyün çocukları Kıvrak’ın derdini öğrendiler. Küçük Ali, Ayşe, Ahmet ve diğerleri hemen ona yardım etmeye karar verdi:
— “Üzülme Kıvrak,” dedi küçük Ali, “biz sana yardım edeceğiz.”
— “Evet,” diye ekledi Ayşe, “hep birlikte ararız, mutlaka buluruz.”
Köyün tüm çocukları gruplara ayrıldı ve köyün farklı bölgelerini aramaya başladılar. Kimi bahçelere baktı, kimi tarlaları aradı, kimi çitin kenarlarını kontrol etti.
Bu sırada Ali‘nin aklına bir fikir geldi:
— “Belki de birileri bulmuş ve ne yapacağını bilememiştir.”
Bu fikir üzerine çocuklar köy meydanına gidip herkese sordular:
— “Gümüş bir çan gördünüz mü? Kıvrak’ın çanını arıyoruz!”
İhtiyar bir nine de pencereden bu telaşı gördü ve çocuklara seslenerek:
— “Neyi arıyorsunuz yavrularım?” diye sordu.
Çocuklar, Kıvrak’ın çanını kaybettiğini anlattılar. İhtiyar nine biraz düşündü ve:
— “Bakın çocuklar, parlak şeyleri en çok seven hayvanlar kimlerdir biliyor musunuz?” diye sordu.
Çocuklar hep bir ağızdan:
— “Kimdir nine?” diye cevap verdiler.
İhtiyar nine gülümseyerek:
— “Kargalar, yavrularım. Kargalar parlak şeyleri çok severler. Belki de yaramaz kargalar almıştır Kıvrak’ın çanını!” dedi.
Kargaların Yuvası

Çocuklar ve Kıvrak, ihtiyar ninenin sözlerini duyunca hemen köyün dışındaki büyük çınar ağacına doğru koştular. Bu ağaçta birçok karga yuvası vardı. Gökyüzünde dolaşan kargalar kalabalığı görünce merakla etrafta uçuşmaya başladı.
Çınar ağacı o kadar yüksek, o kadar heybetliydi ki yüzlerce yıldır orada duruyordu. Dalları gökyüzüne uzanıyor ve tepesinde en az yirmi karga yuvası bulunuyordu.
Ağaca vardıklarında Kıvrak endişeyle yukarı baktı. Çınar o kadar büyüktü ki tepesine ulaşmak imkânsız gibiydi. Üzüntüyle iç geçirdi.
— “Nasıl çıkacağız oraya?” diye sordu Ayşe.
Tam o sırada gökyüzünde geniş kanatlarıyla süzülen Baykuş Koca Göz çıkageldi:
— “Ne arıyorsunuz bu saatte çocuklar?” diye sordu.
Çocuklar durumu anlatınca, Baykuş Koca Göz:
— “Ben kargalarla konuşabilirim. Size yardım ederim.” dedi ve havalanarak çınar ağacının dallarına kondu.
Koca Göz her bir karga yuvasını ziyaret etti. Kargalarla konuştu, onlara sorular sordu. Bazı kargalar biraz huysuzluk yaptı ama Koca Göz onları ikna etmeyi başardı. Nihayetinde tüm yuvaları kontrol ettikten sonra aşağı indi.
— “Kargalar çanı görmediklerini söylüyorlar. Ancak Karakarga bugün köyün girişindeki büyük taşın yanında parlak bir şey gördüğünü söyledi. Belki de aradığınız şey odur.” dedi.
Köyün Girişindeki Taş

Kıvrak ve arkadaşları hemen köyün girişindeki büyük taşa doğru koştular. Gün batıyor ve etraf kararıyordu. Ama çocukların ellerinde fenerler vardı. Ahmet’in babası onlara üç fener vermişti.
— “Dikkatli bakın,” dedi Kıvrak, “çan küçük değil ama otların arasına saklanmış olabilir.”
Büyük taşa vardıklarında etrafı dikkatle aramaya başladılar. Taşın etrafındaki otları araladılar, yakınlardaki çalıların içine baktılar. Küçük Ali fenerini sağa sola tutarken birden bir ışıltı gördü.
— “Buldum! Buldum!” diye bağırdı heyecanla.
Gerçekten de taşın arkasında, otların arasında, Kıvrak’ın gümüş çanı parlıyordu. Hepsi sevinçle bağırıp zıpladılar. Kıvrak o kadar mutlu oldu ki arka ayakları üzerine kalktı ve havaya sıçradı.
— “Çanım! Sevgili çanım!” diye bağırdı ve hemen çanına doğru koştu.
Çanı alıp incelediklerinde ipinin kopmuş olduğunu gördüler. Kıvrak dikkatle çanın üzerine baktı ve küçük çizikler fark etti.
— “Bu nasıl oldu acaba?” diye sordu Ayşe.
Kıvrak bir süre düşündü ve sonra hatırladı:
— “Sabah dere kenarında dolaşırken söğüt ağaçlarının arasından geçtim. Belki de o zaman bir dala takıldı ve koptu.”
Meğer Kıvrak sabah dere kenarında su içerken eğilmiş, çanın ipi de bir çalıya takılarak kopmuştu. Sonra yuvarlanarak taşın arkasına kadar gitmiş ve ardından yağmur yağdığı için çamurla kaplanmıştı. Bu yüzden Kıvrak ve Karabaş onu bulamamışlardı.
Ali çanı eline aldı ve temizlemeye başladı:
— “Biraz çamurlanmış ama kolayca temizlenir.”
Mehmet Amca çanın ipini sağlam bir şekilde tamir etti ve tekrar Kıvrak’ın boynuna taktı. Çan tekrar güzel sesiyle çınlamaya başladı.
— “Bu ses ne kadar da güzel!” dedi Ayşe.
— “Evet,” diye ekledi Ahmet, “sanki bir müzik gibi.”
Kıvrak artık çok mutluydu. Boynunu salladı ve çan melodisini çıkardı!
Yeni Bir Gelenek

O geceden sonra Kıvrak ve çocuklar çok yakın arkadaş oldular ve her akşam güneş batarken köy meydanında buluşmaya başladılar. Kıvrak boynundaki çanı çalarak çocuklara eşlik etti, çocuklar da şarkılar söyledi.
Köyün yaşlıları bu yeni geleneği çok beğendi.
— “Bizim zamanımızda böyle eğlenceler olmazdı!” dedi ihtiyar bir dede.
— “Her şerde bir hayır vardır,” diye ekledi ihtiyar nine, “Kıvrak’ın çanı kaybolmasaydı bu güzel gelenek de başlamazdı.”
O günden sonra Kıvrak çanına daha çok dikkat etti. Her sabah kalktığında ipini kontrol eder, sağlam olup olmadığına bakardı. Ve her sabah köy meydanında tur atmadan önce çocukların pencerelerinin altından geçer, uyanmaları için hafifçe boynunu sallayarak çan sesi çıkarırdı.
Zamanla köy büyüdü, çocuklar büyüdü ama Kıvrak’ın hikâyesi unutulmadı. Nesilden nesile aktarıldı. Ve her ailede çocuklar uyumadan önce anneler ve babalar onlara bu masalını anlattı.