Tüm Masallar
Bir zamanlar Rinnath Ormanı’nın en derin, en unutulmuş köşesinde, yaprakların arasında gizlenmiş tombul bir tırtıl yaşarmış. Adı Milo’ymuş. Günlerini yemyeşil yaprakları kemirerek, ağaçların dalları arasında huzurlu bir şekilde dolaşarak geçirirmiş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, büyük şehirlerden birinde Meriç adında, hayal kurmayı çok seven bir çocuk yaşarmış. En sevdiği oyuncağı, doğum gününde hediye edilen, bembeyaz, pamuk gibi yumuşak tüylere sahip bir peluş tavşanmış.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, yemyeşil ormanların birinde minicik bir yaprak perisi yaşarmış. Adı Yonca imiş. Saçları sonbaharda dökülen yapraklar gibi altın sarısı, elbisesi ise ilkbaharda açan taze yapraklar gibi yemyeşilmiş.
Bir varmış, bir yokmuş… Renklerin kendi aralarında konuştuğu, gökyüzünün masmavi olduğu, çiçeklerin yaprak yaprak gülümsediği güzel mi güzel bir diyar varmış. Bu diyara Renkler Diyarı denirmiş.
Bir zamanlar, yemyeşil ormanların ortasında, rengârenk çiçeklerle dolu bir vadi varmış. Bu vadide küçük ve çok meraklı bir kelebek yaşarmış. Adı Minik’miş.
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zamanın sükûnetle aktığı bir diyarda, Sessizay Ormanı’nın kenarında bir kulübe vardı. Bu kulübede adı pek çok kez unutulup tekrar hatırlanmış ama herkesin Bay Lior diye andığı yaşlı bir adam yaşardı.
Mistral Ormanı gün doğarken altın gibi ışıldayan yaprakları ve mavi pınarlarından akan berrak sularıyla bilinen büyülü bir yerdi. Unicorn Nova bu ormanın koruyucusuydu.
Bir zamanlar, uzak diyarlarda Benekli Orman adı verilen büyülü bir yer vardı. Burada yaşayan en ilginç yaratık şüphesiz ki Minik Moz idi. Uzun kolları, ince bacakları ve kocaman kulaklarıyla oldukça dikkat çekiyordu.
Güneşin ilk ışıkları, altın rengi kum tepelerinin üzerinden süzülerek kadim Kasra şehrini aydınlatıyordu. Şehir yüksek taş duvarları ile çölün ortasında bir inci gibi parlıyordu. Bu şehrin dar sokaklarında küçük Rafi diye bir çocuk yaşıyordu.
Ay ışığının altında sihirli bir arp çalan Lirya, yanlışlıkla uyuyan bir ejderhayı uyandırır. Onu tekrar uyutmanın tek yolu unutulmuş bir ezgiyi bulmaktır.
Uzak diyarların gökyüzünde, yıldızların en parlak ışığını taşıyan Parıldak adında sevimli bir yaratık yaşardı. O bir Yıldız Tozu Canavarıydı. Küçük, pofuduk ve tüyleri gece boyunca hafifçe parlayan bir varlık.
Bir zamanlar dünyanın haritalarda görünmeyen bir köşesinde, Mantar Ormanı adında büyülü bir yer vardı. Bu orman sıradan ağaçlar ve çalılarla değil, devasa mantarlar ve ışıldayan bitkilerle doluydu.
Uzaklarda, yemyeşil ormanların ve ışıltılı nehirlerin arasında, minik ama yürekli bir tavşan yaşardı. Adı Maviş olan bu tavşan tıpkı gökyüzündeki en parlak yıldız gibi etrafına umut ve cesaret saçardı.
Bir gün gökten mavi, pembe, mor renklerde yağmur yağmaya başlar. Her damlanın içinde eski zamanlara ait anılar saklıdır. Küçük bir çocuk, bu anıları keşfeder.
Bir çocuğun dileği, yanlışlıkla yanlış kişiye ulaşan bir dilek feneriyle havalanır. O yanlış kişi bu dileği yerine getirmek için çocuğu bulmaya çalışır.
Bir zamanlar uzak diyarlarda, her yaprağın bir nota, her rüzgârın bir melodi olduğu Şarkı Söyleyen Orman adında büyülü bir yer vardı. Burada ne ağaçlar fısıldar ne de hayvanlar normal konuşurdu.
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, şırıl şırıl akan derelerin arasında gizlenen, kuşların şarkılar söylediği, kelebeklerin dans ettiği, yemyeşil ağaçların gökyüzüne uzandığı bir orman varmış.
Bir varmış, bir yokmuş. Uzak mı uzak, yeşilliklerle dolu, mis gibi çiçek kokularının havada uçuştuğu bir çiftlik varmış. Bu çiftlikte inekler süt verir, tavuklar gurk gurk yumurtlar, koyunlar yumuşacık yünleriyle gezinir, atlar özgürce koşarmış.
Bir varmış, bir yokmuş… Yeşilliklerin ortasında, büyük bir ormanın kıyısında, yıllardır kimsenin yaşamadığı eski bir köşk varmış. Rüzgâr estiğinde kapıları gıcırdar, pencereleri kendi kendine açılır kapanırmış.
Bir varmış, bir yokmuş. Yemyeşil çayırların uzandığı, rüzgârın tatlı tatlı estiği, sabahları horozların neşeyle öttüğü kocaman bir çiftlik varmış. Bu çiftlikte herkesin tanıdığı ama çok az kişinin sevdiği bir keçi yaşarmış. Adı Mızmız Keçi imiş.
Bir zamanlar ucu bucağı görünmeyen beyazlar içinde yer alan, parıldayan buz dağlarıyla çevrili, Buzlar Ülkesi isminde büyüleyici bir diyar vardı. Burada her sabah gökyüzünde inci gibi kar taneleri savrulur, geceleri ise kuzey ışıkları dans ederdi.
Yemyeşil bir ormandaki en yaşlı meşe ağacının kovuğunda, sol kanadında yıldızlara benzeyen parlak beyaz benekler olan bilge bir baykuş yaşardı. Adı Gölge’ydi. Kocaman, yuvarlak gözleri öyle keskindi ki karanlık gecede bile en küçük fareyi görebilirdi.
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak mı uzak, derin mi derin, yemyeşil ağaçlarla kaplı bir ormanda Gece adında bir kurt yaşarmış. Adı gibi simsiyah, gözleri kömür gibi parlayan, hızlı mı hızlı ama oldukça aceleci ve sabırsız bir kurtmuş.
Bir zamanlar upuzun ağaçların göğe uzandığı, mis gibi çiçeklerin kokusuyla dolup taşan bir orman vardı. Bu ormanda pek çok hayvan yaşardı ama en hareketlisi, en neşelisi ve en meraklısı küçük bir sincaptı. Adı da Sincap Fındık idi.