Mistral Ormanı gün doğarken altın gibi ışıldayan yaprakları ve mavi pınarlarından akan berrak sularıyla bilinen büyülü bir yerdi. Unicorn Nova bu ormanın koruyucusuydu. Gökkuşağı rengindeki boynuzu, yıldız tozlarıyla süslenmiş beyaz tüyleri ve ay ışığında dans eden morumsu yelesiyle ormanda ona rastlayan herkesin hayran olduğu bir varlıktı.
Kaybolan Güneş
Fakat bir sabah hiçbir şey eskisi gibi değildi. Güneş doğmamıştı!
Karanlık yoğun bir sis gibi ormanın üzerine çökmüş, tüm canlıları korkuyla sarmıştı. Gün doğması gerekirken gökyüzü siyaha bürünmüş, yıldızlar bile silinmişti. Kuşlar şarkılarını unutmuş, nehirler yansımasını kaybetmiş, çiçekler solmuştu. Ormanın her köşesinde yankılanan tek ses rüzgârın taşıdığı ürkütücü bir fısıltıydı.
Nova, ormanın derinliklerindeki Ayışığı Gölü‘ne doğru ilerledi. Ormandaki tüm yaratıklar endişeyle ona bakıyordu. Tavşanlar yuvalarına çekilmiş, sincaplar dalların arasına saklanmıştı. Hatta kuşlar bile ses çıkarmıyordu.

Tam o anda kanatlarını sessizce açarak Nova’nın önüne inen bilge Baykuş Ormos tüyleri diken diken olmuş halde konuştu:
“Bu bir büyü, Nova!” dedi.
Nova’nın gözleri büyüdü. “Büyü mü? Ama kim, neden böyle bir şey yapsın?” diye sordu.
Ormos gökyüzüne baktı ve tüylerini kabartarak “Bu, Zifira’in işi.” diye cevap verdi.
O ismi duyunca Nova’nın tüyleri ürperdi. Zifira… Yüzyıllar önce karanlık büyülerle gölgeleri kontrol eden korkunç bir büyücüydü. Tüm diyarı sonsuz geceye mahkum etmek istemiş ancak ormanın en güçlü büyücüleri tarafından Karanlık Dağ‘a mühürlenmişti.
Nova bir an duraksadı. “Ama Zifira mühürlenmişti… değil mi?”
Ormos başını eğdi. “Öyleydi. Ama belli ki mühür artık zayıflamış ve o geri dönmüş olabilir.”
Nova derin bir nefes aldı. “O zaman bu büyüyü kaldırmanın bir yolu olmalı!”
Ormos gözlerini kıstı ve alçak bir sesle konuştu:
“Var… Ama bu tehlikeli bir yolculuk olacak. Karanlık Dağ’a gitmelisin Nova. Oraya ulaşıp Zifira’nın büyüsünü bozabilirsen güneşi geri getirebiliriz.”
Nova bir an tereddüt etti. Ama sonra içindeki cesareti hissetti. Orman ışığı geri getirmek için ona ihtiyaç duyuyordu. Boynuzunu gururla kaldırdı ve kararlı bir sesle konuştu:
“Öyleyse Karanlık Dağ’a gidiyorum!”
Ve böylece Nova’nın tehlikelerle dolu macerası başladı…
Gölge Ormanı’ndaki Sırlar

Nova, Karanlık Dağ‘a ulaşmak için Gölge Ormanı’ndan geçmek zorundaydı. Normalde canlı renklerle dolu olan bu orman şimdi simsiyah ağaçlar, solmuş yapraklar ve uğursuz bir sessizlikle doluydu. Gökyüzü hâlâ karanlıktı ama bu karanlık geceye değil sanki bir yokluğa aitti. Zaman durmuş gibiydi.
Yol boyunca adımlarını dikkatle atan Nova’nın etrafında sisler dolaşıyor, yapraklar ayaklarının altında ezilmeden ufalanıyordu. Her şey ölü gibiydi. Okyanusun derinliklerinden geliyormuş gibi çıkan fısıltılar rüzgârla beraber ağaçların arasından süzülüyor, Nova’nın kulaklarına ulaşıyordu:
Geri dön…
Işık burada sönmez, yok olur…
Zifira seni bekliyor…
Nova boynuzunu ileri uzattı. Gökkuşağı gibi parlayan uçtan yayılan yumuşak ışık önünü aydınlatıyor, sisleri aralıyordu. Fakat her adımda karanlık yeniden üzerine çöküyordu.
Birden önüne üç gölge yaratık çıktı. Vücutları dumandan yapılmış gibiydi. Sürekli dalgalanıyor, net biçim kazanamıyorlardı. Gözlerinde yanan kızıl bir ışık vardı.
“Buradan geçemezsin!” dedi biri, sesi yankı gibi genişleyerek havada asılı kaldı.
“Zifira’nın ormanına hoş geldin unicorn.” dedi bir diğeri.
Nova başını dik tuttu. “Bu orman Zifira’nın değil. Burası doğanın, ışığın, hayatın yuvası.”
Bir diğeri öne çıktı ve tıslayarak konuştu: “Zamanla burası da karanlığı sevecek. Tıpkı diğerleri gibi.” dedi.
Ama Nova geri adım atmadı. Gözleri kararlılıkla parladı ve “Ben buna izin vermem!” diye karşılık verdi.
Ve boynuzundan yükselen renkli ışık aniden alevlenerek yaratıkların üzerine savruldu. Gökkuşağı ışığı gölgeleri parçalayıp dağıttı. Gölge yaratıkları çığlıklarla yok olurken ormanda bir anlık sessizlik hâkim oldu.
Sis dağılmıştı. Yol, Karanlık Dağ’a doğru uzanıyordu.
Zifira’nın Tuzağı

Karanlık Dağ göğe uzanan siyah taşlarla örülü kocaman bir dağdı. Tepesinde yıldızsız gökyüzünü delen simsiyah bir kule yükseliyordu. Nova yaklaştıkça hava ağırlaştı. Toprak ayaklarının altında ezilmiyor adeta nefes alıyordu. Etrafta sanki dağın kalbi atıyormuş gibi bir uğultu vardı.
Nova kale kapısına geldiğinde devasa taş kapılar kendiliğinden açıldı. İçeriden yükselen soğuk, Nova’nın yelesini ürpertti. İçeri adım attığında gölgeler dalgalanarak yerden yükseldi ve Zifira beliriverdi.
Uzun, zayıf bir büyücüydü. Gözleri ışıksızdı; yüzü bir insanınkine benzese de sanki zaman onu un ufak etmişti. Sesi bir çınlama gibiydi:
“Sonunda geldin!” dedi korkutucu bir sesle.

Nova geri çekilmedi. “Güneşi serbest bırak Zifira. Orman karanlıkta yaşamaz. Yaşam ışıkla yeşerir.”
Zifira gülümsedi. Bu, içten bir gülümseme değil soğuk ve tehditkâr bir alaydı.
“Işığın sizi ısıttığını sanıyorsunuz ama asıl gerçek, ışığın yokluğudur. Gerçek olan karanlıktır!”
Ve ardından ellerinin arasında bir sihirli küre belirdi. Kürenin içinden çok uzaklardan geliyormuş gibi ince bir ışık huzmesi yayıyordu. Nova’nın yüreği sıkıştı. “Bu, güneşin özü…” diye fısıldadı.
Zifira küreyi havaya kaldırdı. “Ve güneş artık benim! Sonsuza kadar gece olacak. Karanlık tüm zamanı yutacak.” diye bağırdı.
Nova bir adım daha attı ve “Buna izin vermeyeceğim.” diye karşılık verdi.
Zifira elini savurdu ve karanlık büyüler siyah bir fırtına gibi Nova’nın üzerine yürüdü.
Işık ve Karanlığın Savaşı

Nova’nın boynuzu yıldız tozları gibi parladı. Gökkuşağının tüm renkleri, birbiriyle harmanlanarak spiral halinde döndü ve karanlığa karşı savruldu. Gökyüzünde yıldırım gibi çatışmalar oldu. Renkli ışık, karanlık büyüyle çarpışıyor; her çarpışma etrafı aydınlatan bir patlamaya sebep oluyordu.
Nova’nın aklında tek bir şey vardı: Orman. Ormos. Göl. Yaşam. “Sadece kendim için değil… herkes için dövüşüyorum!” diye haykırdı.
Zifira’nın karanlık kolları Nova’yı sarmaya çalıştı. Ancak her seferinde boynuzdan yayılan ışık onları geri püskürttü. Sonunda Nova enerjisini tek bir noktada topladı. Gözlerini kapadı. İçinden geçen umutları, dostlarını, ağaçların hışırtısını ve çocukların gülüşlerini düşündü. Ve o anda büyük bir patlama oldu.
Nova’nın boynuzundan yükselen ışık halesi geceyi yararak kale salonunu aydınlattı. Işık küreye ulaştı ve onu parçaladı. Zifira haykırarak geri çekildi. Gözlerinde ilk kez korku vardı.
“Hayır… Bu imkânsız… Karşı koyamazsın!” diye bağırdı.
Ama Nova sadece karanlıkla savaşan bir unicorn değil, adeta ışığın yeniden doğuşu gibiydi! Ve Zifira, bu ışık karşısında daha fazla dayanamadı ve sonsuz gölgeler arasında çözülerek yok oldu.
Güneşin Yükselişi

Küre parçalandıktan sonra gökyüzünde ilk kez bir ışık kıpırtısı belirdi. Dağın zirvesinde ince bir altın çizgi ufukta yayıldı. Nova ağır adımlarla kaleden dışarı çıktı. Yorgundu ama gözleri umutla parlıyordu.
Ormanın üzerinde ilk gün ışığı doğdu. Kuşlar birer birer ötmeye başladı. Çiçekler güneşe yöneldi. Ağaçlar yapraklarını titretti. Mistral Ormanı yeniden uyanıyordu.
Baykuş Ormos bir ağacın dalına kondu.
“Geri geldin Nova” dedi gururla. “Sen sadece ışığı değil inancı da geri getirdin.”
Nova gökyüzüne baktı. Güneşin sıcaklığı tüylerine değdiğinde ilk kez gerçekten huzurlu olduğunu hissetti.
“Karanlık hep var olacak ama önemli olan ışığın asla pes etmemesi.” dedi yavaşça.
Ve o günden sonra herkes Nova’yı sadece bir unicorn değil Güneşin Koruyucusu olarak anmaya başladı. 🌞
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için 5 Yaş Masalları ve Çocuk Masalları sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.