Uzak diyarların ötesinde masalların bile nadiren uğradığı, Yeşil Ay Ormanı adında gizemli bir orman uzanırmış. Adını geceleri ağaç yapraklarının arasından süzülen ay ışığının yeşile çalan büyülü parıltısından alırmış. Gün doğarken kuş cıvıltıları gökyüzünü sarar, gece olduğunda ise binlerce ateşböceği yıldızlar gibi parıldarmış. Bu ormanın her köşesi başka bir güzellik, her ağacı başka bir sır saklarmış.
İşte bu büyülü ormanın derinliklerinde alışılmadık bir dev salyangoz yaşarmış. Diğer salyangozlar gibi küçük değil, dev gibi kocamanmış! Adı da Şifacı imiş. Kabuğında mor, turuncu, mavi, sarı renkler gökyüzündeki gökkuşağı gibi birbirine karışır, ışık vurduğunda pırıl pırıl parıldarmış. Kabuğu o kadar büyük ve gösterişliymiş ki onu görenler şaşkınlıktan gözlerini ovuştururmuş.
Şifacı’nın hareketleri yavaş ama zarifmiş. Sanki her adımıyla toprağa sevgi fısıldar, geçtiği her yere umut serpermiş. Arkasında bıraktığı parlak, ışıltılı iz, sabah güneşiyle birleşince sanki ormanın yollarına gümüşten bir nehir çekilmiş gibi görünürmüş.
Fakat Şifacı’nın en büyük özelliği ne büyüklüğü ne de renkli kabuğuymuş. Doğuştan gelen mucizevi bir iyileştirme gücü gücü varmış. Dokunduğu her canlıya, her çiçeğe hayat verebilirmiş. Bir kelebek kanadını kırdığında Şifacı’nın narin dokunuşuyla yeniden uçar, solmuş bir çiçek, o yanından geçerken taze taze açarmış.
Ama bu büyük güç Şifacı’nın küçük kalbinde hem gurura hem de korkuya sebep oluyormuş. Çünkü bu kadar büyük bir gücü nasıl kullanacağını tam bilmiyormuş. “Ya yanlış bir şey yaparsam? Ya istemeden birine zarar verirsem?” gibi düşünceler onu geceleri bile uyandırır, dev kabuğunun içinde sessizce düşünmesine sebep olurmuş.
Ormandaki diğer hayvanlar mevsimlerin tadını çıkarır, birbirleriyle şakalaşır, şarkılar söylerken O kendini yalnız hissedermiş. Yine de ormanın güzellikleri, dostlarının sıcaklığı ve içindeki iyilik duygusu, onu her zaman ayakta tutarmış.
Ancak Yeşil Ay Ormanı’nın bu huzurlu ve cıvıl cıvıl günleri kimsenin beklemediği bir anda değişmek üzereymiş…
Hastalık

Günler birbirini kovalamış, mevsimler peş peşe akıp gitmiş. İlkbaharın taze çiçekleri yerini yazın sıcak ve tatlı kokusuna bırakmış. Ormanın üstüne altın sarısı güneş ışıkları dökülürken kuşlar dallarda neşeyle ötüşüyormuş.
Ancak bir sabah hava her zamankinden daha farklı görünmeye başlamış. Yaprakların hışırtısı sanki daha kısık, rüzgârın uğultusu ise daha kederliymiş. İlk başta kimse olan biteni anlamamış. Ta ki Minik Sincap Fındık‘ın keyifsiz halini görene kadar.
Fındık, ormanın en meraklı, en hızlı sincaplarından biriymiş. Normalde cevizden cevize zıplar, ağaç dallarında adeta uçar gibi dolaşırmış. Ama o gün gözleri yorgun, tüyleri cansız, hareketleri ise ağırmış. Sürekli öksürüyor, karnını tutuyormuş.
— “Ne oldu sana Fındık?” diye sormuş telaşla diğer hayvanlar.
Fındık sadece başını sallayabilmiş.
Daha ne olduğunu anlayamadan hastalık hızla diğer hayvanlara da bulaşmış. Yaramaz Tavşan Pamuk günlerdir yuvasından çıkmıyormuş. Normalde sabah güneşiyle birlikte çayırlarda hoplayıp zıplayan Pamuk, bitkin ve halsizmiş. Uzun kulakları yere düşmüş, neşeli gözleri solgun solgun bakıyormuş.
Sonra ceylanlar yürümekte zorlanmaya başlamış. Baykuşların kanatları güçsüzleşmiş, ötüşleri kısılmış. Ormanın neşesi yavaş yavaş sönmüş. Kuşlar ötmez, yapraklar hışırdamaz, çiçekler açmaz olmuş. Göz alabildiğine bir sessizlik çökmüş Yeşil Ay Ormanı’na!
En çok üzülenlerden biri de Doktor Baykuş olmuş. Ormanda her zaman her derde çare bulan Baykuş bu sefer çaresizmiş. Günlerce gecelerce ormanın köşesinden köşesine uçmuş, eski kitaplarını karıştırmış, şifalı bitkiler toplamış ama hastalığın nedenini ve çaresini bulamamış.
Hayvanların yüzündeki korku büyüdükçe büyümüş. Herkes “Acaba ormanın sonu mu geliyor?” diye endişeyle fısıldamaya başlamış. O güzel günlerin, şarkıların, oyunların sona erdiği korkusu ormanın dört bir yanını sarmış.
Tüm bu olanları Şifacı Dev Salyangoz uzaktan sessizce izlemiş. Arkadaşlarının acı çektiğini görmek onu derinden üzmüş. Ama bir yanıyla da tedirginmiş. Sahip olduğu iyileştirme gücü belki de bu hastalığın tek çaresi olabilirmiş. Ancak ya başarısız olursa? Ya yanlış bir şey yapıp herkese zarar verirse?
Kendi kendine mırıldanmış:
— “Ben sadece… sadece bir salyangozum… Ya beceremezsem?” demiş titreyen sesiyle.
O sırada solmuş, yaprakları sararmış bir papatyanın yanından geçiyormuş. İçinden gelen bir cesaretle papatyaya yavaşça dokunmuş. Papatya birdenbire canlanmış! Yaprakları yeniden açılmış, taptaze kokusu etrafa yayılmış.
Şifacı’nın gözleri kocaman açılmış ve kalbi hızla çarpmış. “Demek… demek işe yarıyor!” diye fısıldamış. Ama hemen ardından içini bir korku sarmış. Ya hastalığı iyileştirmek o kadar kolay değilse? Ya bu güç gerçekten düşündüğünden çok daha büyükse?
Kabuğunun içine hafifçe çekilmiş, gözlerini kapatmış. Duyguları birbirine karışmış: Heyecan, korku, umut… Hepsi iç içe geçmiş. Bir süre öylece durmuş. Sonra derin bir nefes almış.
— “Yalnız değilim… Ormanın sesi hep yanımda…” diye düşünmüş.
Ama yine de ne yapması gerektiğini tam bilemiyormuş. O yüzden yardım almaya karar vermiş.
Cesaret Bulma

Bu karmaşık duygular içinde adımlarını yavaşça ormanın en derin köşesine doğru çevirmiş. Çünkü orada ormanın en yaşlı, en bilge ağacı olan Yaşlı Çınar yaşıyormuş.
Yaşlı Çınar ormanın başlangıcından beri oradaymış. Gövdesi o kadar kalın, dalları o kadar uzunmuş ki sanki gökyüzünü tutuyormuş. Kabuğunun üzerindeki çatlaklar geçen zamanın ve nice yaşanmışlığın izlerini taşıyormuş. Kim hangi derdini anlatırsa anlatsın Yaşlı Çınar hep dinler, sakinliği ve bilgeliğiyle herkese yol gösterirmiş.
Şifacı titrek adımlarla dev ağacın yanına varmış. Gözlerini kapayıp derin bir nefes almış. Çınar’ın köklerinin arasında küçük bir boşluğa yerleşmiş ve usulca başlamış anlatmaya:
— “Korkuyorum!” demiş ince sesiyle. “Gücüm var ama ne yapacağımı bilmiyorum. Yanlış yapmaktan, herkese zarar vermekten korkuyorum.”
Yaşlı Çınar rüzgarla hafifçe sallanan dallarını şefkatle eğmiş. İncecik yapraklar fısıldayarak birbirine çarpmış. Sanki ormanın kalbi konuşuyormuş:
— “Evlat!” demiş kalın, tok bir sesle. “Unutma ki her büyük güç beraberinde korku getirir. Korkmak kötü değildir. Korku, dikkat edip ölçüp biçmeni sağlar. Ama asıl kötülük korkunun seni tamamen durdurmasına izin vermektir.“
Şifacı dikkatle dinlemiş. Yaşlı Çınar devam etmiş:
— “Sen içindeki iyiliği biliyorsun. Yüreğinde kötülük yok. İyilikle dokunduğun her şey iyileşir. Denemekten korkma. Yanlış yapmaktan korkma. Çünkü en büyük yanlış hiçbir şey yapmamaktır!“ demiş.
Şifacı’nın içi bir anda ısınmış. Tıpkı sabah güneşinin çiy damlalarını parlatması gibi kalbinde bir umut parlamış. Dallardan süzülen ışık huzmeleri sanki üzerine sevgiyle dökülmüş.
— “Peki gerçekten başarabilir miyim?” diye fısıldamış.
Yaşlı Çınar usulca bir yaprağını bırakmış. Yaprak, nazlı nazlı Şifacı’nın önüne düşmüş. Ve yeniden konuşmuş:
— “Başarıp başaramayacağını denemeden bilemezsin. Ama denersen… o zaman tüm orman senin yanında olacak.”
Derin bir nefes almış, kabuklarının üzerindeki renkler daha da parlamış. Titrek adımları yerini kararlı yürüyüşlere bırakmış. Önce en küçük ve en masum dostlarıyla başlamaya karar vermiş.
İlk olarak minik Fındık’ın yanına gitmiş. Sincap hâlâ halsiz bir şekilde yuvasında yatıyormuş. Şifacı usulca yaklaşmış, gözleriyle Fındık’a sevgiyle bakmış ve yumuşacık dokunuşunu onun sırtına bırakmış.
Bir anda Fındık’ın burun delikleri kımıldamış ve birkaç saniye sonra gözlerini aralamış. Önce şaşkın sonra heyecanlı bir bakışla etrafına bakmış. Derin bir nefes almış, öksürüğü tamamen geçmiş.
— “Şifacı beni iyileştirdin!” diye sevinçle bağırmış.
Şifacı’nın yüzünde kocaman bir gülümseme belirmiş. Küçük kalbi heyecanla çarpmış. Hemen ardından Pamuk’un yanına gitmiş. Tavşanın bitkin gözleri Şifacı’yı görünce hafifçe parlamış. Bir kez daha dokunmuş: Pamuk’un kulakları dikleşmiş, kuyruğu titremiş, hop diye yerinden fırlamış. Eskisi gibi çimenlerde zıplamaya başlamış.
Ormanın diğer hayvanları bu mucizeleri ağızları açık izlemiş. Ümitleri canlanmış. Herkes Şifacı’nın çevresine toplanmış. Kimisi gözyaşlarını gizlemeye çalışmış, kimisi sevinçle şarkılar söylemiş.
Şifacı’nın içindeki korku yerini güvene bırakmış. Artık gerçek cesaretin korkuya rağmen adım atmak olduğunu biliyormuş.
Büyük Tehdit

Yeşil Ay Ormanı’ndaki sevinç kısa sürmüş. Fındık ve Pamuk’un iyileşmesi tüm hayvanlara umut vermiş ancak ormanın üstündeki kara bulutlar hala oradaymış.
Hastalık yayılmaya devam etmiş. Çiçekler soluyor, kuşların ötüşü kesiliyormuş. Ve en kötüsü, hastalık, ormanın kalbi olan Yaşlı Çınar‘a da bulaşmış. Ne fırtınalar atlatmış, ne nesiller görmüş olmasına rağmen şimdi dalları kuruyor, yaprakları birer birer sararıp dökülüyormuş. Gövdesinin kabukları çatlıyor, etrafına derin bir sessizlik yayılıyormuş.
Hayvanlar korku içinde Yaşlı Çınar’ın etrafında toplanmış. Doktor Baykuş bile her zaman dik duran başını bu sefer yere eğmiş:
— “Hastalığın kaynağını buldum. Ormanın derinliklerindeki Zehirli Bataklık‘tan yayılan kara duman, toprağı ve havayı zehirliyor. O yüzden tüm orman hastalanıyor. Ama oraya gitmek çok tehlikeli!”
Ormanın adı bile unutulmuş en eski köşesinde, kimsenin gitmeye cesaret edemediği bir bataklık varmış. Toprağı çürümüş, suları yosun gibi kararmış bir yermiş. Havadaki kötü koku nefes alanı zehirliyormuş.
Hayvanlar korkuyla birbirine bakmış. Herkes ne yapılacağını düşünüyor ama kimse oraya gitmeye cesaret edemiyormuş. Tam o sırada kalabalığın içinden Şifacı öne çıkmış.
Renkli kabuğu güneş ışığında solgun görünse de gözleri parlıyormuş.
— “Ben gitmeliyim!” demiş yavaş ama net bir sesle. “Bu ormanın şifacısı benim. Başka kimse gitmeye cesaret edemiyor. Ama ben deneyeceğim.”
Hayvanlar önce sessizliğe gömülmüş; kimisi başını eğmiş, kimisi gözyaşlarını tutamamış. Ama sonra birer birer sesler yükselmeye başlamış:
— “Yapabilirsin Şifacı!”
— “Sana inanıyoruz!”
— “Yaşlı Çınar’ı ve ormanı kurtar!”
Şifacı derin bir nefes almış ve yavaş ama kararlı adımlarla bataklığa doğru yola çıkmış.
Ormanın içine girdikçe ağaçların yerini kuru çalılar, solmuş yapraklar almış. Kuş sesleri tamamen kesilmiş, sessizlik tüyler ürpertici bir hal almış. Havanın kokusu değişmiş; ağır, keskin ve rahatsız edici bir koku etrafı sarmış. Bataklığa yaklaştıkça her adımı zorlaşıyor, yer yer toprağın yumuşadığını hissediyormuş.
Sonunda Zehirli Bataklık’a ulaşmış. Topraktan kapkara ve kalın bir duman yayıyormuş. Su ise bulanıkmış ve yüzeyinde ölü yapraklar ve yosun kümeleri yüzüyormuş.
Şifacı’nın kalbi hızlı hızlı atıyormuş. Ama kulaklarında, Fındık’ın gülümseyen sesi, Pamuk’un zıplarken çıkardığı neşeli kahkahası, Baykuş’un bilge sözleri yankılanıyormuş. Ardından Yaşlı Çınar’ın o güven dolu sesi aklına gelmiş:
— “Korkmana rağmen yürüyebiliyorsan, işte o zaman cesursun.“
Kabuğunun renkleri parlamaya başlamış. Sanki içindeki şifa gücü tüm korkuyu bastırıyor, cesaretini büyütüyormuş. Yavaşça bataklığın kenarına yaklaşmış. Burnunu saran kötü kokuyu hissetmiş ama geri adım atmamış. Tüm gücünü toplamış ve yavaşça bataklığa dokunmuş.
Bir anda bataklığın üzerinde mavi bir ışık yayılmaya başlamış. Karanlık çamurun içinden baloncuklar yükselmiş, zehirli gazlar yavaş yavaş yok olmuş. Su berraklaşmış, toprak eski sağlığına kavuşmuş. Kurumuş yapraklar yeşermeye, bataklık temizlenmeye başlamış.
Buradaki görevini başarıyla gerçekleştiren Şifacı hemen ormanın kalbine, Yaşlı Çınar’a doğru yola koyulmuş. Ormanın diğer ucuna vardığında hayvanlar endişeyle onu bekliyormuş. Yaşlı Çınar’ın dalları hâlâ solgunmuş. Şifacı, ağacın gövdesine tırmanmış, en yüksek dalına ulaşmış ve tüm gücüyle dokunmuş.
O anda bir mucize daha gerçekleşmiş ve ışık dalga dalga yayılmaya başlamış; ağacın dalları yeşermiş, yapraklar taptaze açmış. Köklerden gökyüzüne kadar tüm ağaç yeniden canlanmış!
İyileşme Süreci

Yaşlı Çınar’ın dallarına yayılan o büyülü ışık, tüm ormana umut gibi dağılmış. Önce ağacın kabukları eski sağlamlığına kavuşmuş, ardından kökleri toprağın derinliklerine yeniden sıkıca tutunmuş. Dalları göğe doğru gururla yükselirken yapraklar hışırdamaya başlamış.
Yaşlı Çınar’ın iyileşmesiyle birlikte ormanın dört bir köşesinde sessiz bir değişim başlamış. Önce yere düşen solmuş çiçekler başlarını kaldırarak renk renk açmaya başlamış. Ardından çimenler canlanmış, derelerin suları yeniden berraklaşmış. Kuşlar uzun zamandır söylemedikleri şarkılarını neşeyle söylemeye koyulmuş.
Zehirli Bataklık’tan yayılan kara duman tamamen dağılmış, yerini taze çiçek kokuları, temiz hava ve huzurlu sessizlik almış.
Şifacı, kabuğu rengârenk parıldayarak ormanın dört bir yanını adım adım dolaşmış. Yorgun ama mutluymuş. Önce minik sincap Fındık’ın yuvasına gitmiş. Fındık artık eskisi gibi zıplıyor, ağaçların dallarında oynamaktan keyif alıyormuş. Sonra Pamuk’un yanına uğramış. Tavşan yemyeşil çimenlerde hoplayıp duruyor, yumuşacık kuyruğunu keyifle sallıyormuş.
Geyikler, ceylanlar, kirpiler, baykuşlar… Hepsi Şifacı’nın iyileştirici dokunuşuyla eski neşesine kavuşmuş, hatta yaşlı ayılar bile kış uykusundan uyanır uyanmaz kendilerini sağlıklı ve güçlü hissetmiş!
üyük bir şenlik düzenlenmiş. Bu, Yeşil Ay Ormanı’nın en neşeli, en renkli kutlaması olmuş. Sincaplar cevizlerden kuleler yapmış, kuşlar gökyüzünü rengârenk süsleyen çiçek yapraklarını taşıyarak ormanın üstünde uçmuş, tavşanlar çimenlerin arasında yarış yapmış, kelebekler dans etmiş…
Sonunda herkes Şifacı’nın etrafında toplanmış. Küçükten büyüğe herkes minnetle ve hayranlıkla ona bakmış. Hep bir ağızdan:
— “Şifacı Salyangoz! Şifacı Salyangoz!” diye bağırmış.
Şifacı’nın kabuğu ışıl ışıl parlamış. Gücünü nasıl yöneteceğini, ne zaman kullanacağını, en önemlisi korkusunu nasıl aşacağını öğrenmiş. Gerçek cesaretin korkuya rağmen yürüyebilmek olduğunu anlamış.
Yeşil Ay Ormanı eskisinden bile güzel olmuş. Çiçekler daha parlak açıyor, kuşlar daha yüksekten ötüyormuş. Gece olduğunda yıldızlar gökyüzünde dans ederken Şifacı yavaş adımlarla ormanda dolaşıyor, her adımında toprağı sevgiyle okşuyor, ardında bıraktığı parlak ışıltı, ormanın karanlığında umut gibi parlıyormuş.
Masalın Mesajı
Sevgili çocuklar, bu masal bize ne kadar yavaş olursak olalım, içimizde çok büyük bir güç taşıdığımızı gösteriyor. Salyangoz Şifacı gibi her birinizin içinde başkalarına yardım etme, iyilik yapma gücü var. Belki de bu bir arkadaşınıza gülümsemek, düşen birine yardım etmek ya da küskünleri barıştırmak gibi küçük bir dokunuş olabilir.
Unutmayın, iyilik yaptığınızda hem dünya güzelleşir hem de içinizdeki ışık daha parlak parlar. Tıpkı Şifacı’nın ormanı iyileştirdiği gibi, siz de sevgiyle ve umutla dokunduğunuz her şeyi iyileştirebilirsiniz. Gücünüze inanın ve iyiliği etrafınıza yaymaktan asla vazgeçmeyin!
Öneri: Bu masala benzer masal okumak için Çocuk Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz.