Leylek Elçikuş uzun, zarif bacakları ve bembeyaz ipeksi tüyleriyle gökyüzünün en sevilen postacısı imiş. Her sabah güneş daha ufukta kızıllığını göstermeden büyük kanatlarını açar ve postacı çantasını rengarenk zarflarla doldururmuş. Bu çanta, dedesinden kalma özel bir çantaymış. Üzerinde altın iplikle işlenmiş küçük yıldızlar parlar, mektupları nemden ve rüzgardan korurmuş.
Elçikuş’nın en büyük zevki çocuklara gelen mektupları taşımakmış. Pembe, mavi, sarı, çizgili, desenli zarfları gagasıyla nazikçe tutup köydeki evlerin pencerelerine, bahçe kapılarına ya da heyecanla bekleyen minik patilere bırakırmış. Bazen küçük köpek kardeşler birlikte bahçede bekler, bazen de kediciğin biri pencere pervazında kuyruğunu sallar durmuş. Elçikuş her zarfı teslim ederken alıcısının yüzündeki sevinci görmek için biraz beklermiş.
Ağaçlardaki serçeler ona “Günaydın Elçikuş!” diye şarkı söyler, tarlalardaki fareler kuyruk sallar, göl kenarındaki kurbağalar “Elçikuş geldi! Elçikuş geldi!” diye bağrışırmış. Çiftçi amca tarlasından el sallar, bahçedeki çiçekler sanki onun için daha renkli açarmış. Sadece haberleri getiren bir postacı değil aynı zamanda gökyüzünden süzülen bir mutluluk bulutu imiş. Hatta köylüler onu gördüklerinde günün güzel geçeceğine inanırlarmış.
Gizemli Bir Zarf

Elçikuş bir bahar sabahı, sabah çiyi henüz kurumamışken, ıhlamur kokulu bir vadinin üzerinden süzülmeya başlamış. Mis gibi çiçek kokularını içine çekerken gözleri aniden yemyeşil çimenlerin üzerinde sıradışı bir parıltı yakalamış. Merakla alçalmış ve gagasıyla nazikçe kavramış. Bu, bildiği zarflardan çok farklıymış. Soluk mor bir kağıttan yapılan zarf ipek gibi yumuşacıkmış. Üzerinde hiçbir isim, hiçbir adres yokmuş. Sadece zarif, biraz titrek bir el yazısıyla Çok Özel yazılıymış.
Elçikuş’nın kalbi heyecanla çarpmış. Yıllardır postacılık yapmasına ve binlerce mektup taşımasına rağmen ilk defa böyle bir şeyle karşılaşıyormuş. “Vay canına!” diye mırıldanmış kendi kendine, kanatlarını heyecanla çırparak. “Bu mektup kime ait acaba? Çok özel bir mektuba benziyor! Sahibini bulmadan rahat edemem.”
Yüreği yardımseverlikle dolu olan Elçikuş postacılık görevinden de önemli bilirmiş bunu. Bu gizemli zarfı doğru sahibine ulaştırmaya karar vermiş. İlk iş olarak en yakındaki Fısıltı Ormanı’na doğru kanat çırpmış. Oradaki dostlarından yardım alabileceğine inanıyormuş.
Fısıltı Ormanı

Fısıltı Ormanı dev çınarları ve rengarenk mantarlarıyla ünlüymüş. Ağaçların arasından süzülen güneş ışıkları yerde büyülü desenler oluştuyormuş. Elçikuş en yaşlı ve bilge sincap olan Tonton Kuyruk‘un dev bir çınar ağacındaki yuvasına konmuş.
Tonton Kuyruk’un yuvası, kitaplarla, eski haritalarla ve türlü türlü koleksiyonla doluymuş. Çam kozalakları, renkli taşlar, kurumuş yapraklar… Her eşyanın kendine has bir hikayesi varmış.
Tonton Kuyruk küçük gözlüklerinin üzerinden Elçikuş’ya bakıp mor zarfı dikkatle incelemiş. Önce koklamış, sonra dokunmuş, sonra da ışığa tutup bakmış.
— “Hımm, enteresan,” diye düşünceli düşünceli konuşmuş, kuyruğunu sallayarak. “Bu soluk mor kağıt çok eski zamanlarda, Gümüş Vadi’deki atölyelerde yapılır ve nadir bulunan bir bitki özüyle boyanırmış. Menekşe çiçeğinin kökünden elde edilen özel bir boyaymış bu. Seni belki de o tarafa yönlendirebilirim Elçikuş” demiş.
Gözlüklerini düzelttikten sonra devam etmiş:
— “Ama bir ipucu daha var: Bu yazı çok güzel ama sanki yazan kişinin elleri titremiş gibi! Heyecandan ya da yaşlılıktan olabilir.”
Elçikuş bu bilgiler için teşekkür etmiş:
— “Gümüş Vadi mi? Tamam, oraya doğru uçacağım Tonton Kuyruk! Teşekkürler!” diyerek yeniden göklere yükselmiş.
Çiçek Tepesi

Uzun bir uçuştan sonra nefesi kesilmiş, kanatları biraz yorulmuş ama kararlılığı hiç azalmamış. Bir süre sonra çiçeklerle bezenmiş Çiçek Tepesi‘ne varmış. Tepe, bahar çiçekleriyle adeta bir halı gibiymiş. Her yer papatyalar, menekşeler, ilk bahar laleleri ve yüzlerce çeşit çiçekle doluymuş.
Burada küçük kirpi ressam Pırpır fırçasıyla kır çiçeklerini tuvale aktarıyormuş. Paleti rengarenk boyalarla dolu ve küçük şapkasının altından meraklı gözleri parlıyormuş.
Elçikuş gizemli mektubu ve Tonton Kuyruk’un söylediklerini heyecanla anlatmış. Pırpır, fırçasını palete koyup minik gözlerini kısıp mektubun üzerindeki yazıya bakmış ve sanatçı gözüyle dikkatle incelemiş.
— “Titreyen el mi?” diye mırıldanmış. “Bu el yazısında aşk var, özlem var… Biliyor musun Elçikuş, bu tepede oturan bir kaplumbağa var, Bay Gezgin. Çok yaşlı olduğu için elleri de biraz titriyor. Eskiden çok güzel şiirler yazarmış. Benim büyük büyük annem onun şiirlerini anlatırdı bana.”
Pırpır düşünceli düşünceli devam etmiş:
— “Belki ona bir sorabilirsin? Ama dikkat et, çok duygusal biridir, yüreği hemen burkulur. Sevdiği dostları çok özler.”
Elçikuş bu kıymetli ipucu için Pırpır’a minnettarlığını bildirip hemen Bay Gezgin’in yaşadığı söylenen söğüt ağaçlarının gölgesine doğru yol almış.
Bay Gezgin

Sakin bir göl kenarında su sesleri ve rüzgarın söğüt yapraklarında çıkardığı hafif hışırtı eşliğinde yosun kaplı bir kayanın üzerinde Bay Gezgin güneşleniyormuş. Yaşlı kabuğu yılların izlerini taşıyor; gözleri kapalı, sanki eski günleri düşünüyormuş. Elçikuş nazikçe yanına konup ayak seslerini duyurmamaya çalışarak yaklaşmış. Mektubu ve hikayeyi heyecanla ama nazikçe anlatmış.
Yaşlı kaplumbağa gözlerini yavaşça açmış, mor zarfı uzun uzun seyretmiş. Gözlerinde sanki uzak bir hatıra canlanmış!. Derin bir nefes almış, gözleri nemlenmiş.
— “Ah, evet,” diye fısıldamış, sesi biraz titreyerek. “Bu kağıdı tanıyorum.. Çok çok uzun zaman önce… O zamanlar ben de gençtim, daha hızlı hareket ederdim.”
Durmuş, gözlerini kapatmış, sonra devam etmiş:
— “Çok sevdiğim bir dostum vardı, Zümrüt Kanat adında bir yusufçuk. Onunla saatlerce şiir yazar ve vadinin güzelliklerini konuşurduk. O da böyle soluk mor kağıtları çok severdi. En güzel şiirlerini bunlara yazardı çünkü derin duygular için özel kağıt gerekir derdi. Ama…”
Sesi daha da yavaşlamış:
— “Zümrüt çok hızlı uçardı ben ise oldukça yavaştım. O yeni yerler keşfetmek isterdi, ben ise burada kalmayı severdim. Bir gün kayboldu. Vedalaşamadık bile. Onu bir daha hiç görmedim!”
Bay Gezgin’in gözlerinden bir damla yaş süzülmüş.
— “Bu yazı onun mu bilmiyorum Elçikuş. Ama bu kağıt ve mürekkebin hafif menekşe kokusu bana onu hatırlattı. Her gün onu düşünürüm. Belki mektup ona aittir? Son duyduğumda uzaklardaki Yalnız Çınar‘ın olduğu vadiye gitmişti. Macera peşinde koştuğu yerlerin biriymiş orası. Oraya kadar uçabilir misin?”
Elçikuş’nın yüreği sımsıcak olmuş. İki dostun ayrılık hikayesi onu çok etkilemiş.
— “Elbette Bay Gezgin! Onu bulacağım ve size getireceğim!” diye kararlılıkla haykırmış ve Zümrüt Kanat’ın izini sürmek için kanatlarını çırpmış.
Zümrüt Kanat

Yol bir hayli uzun ve yorucuymuş. Rüzgarlı dağ geçitlerini aşarken soğuk havadadan dolayı kanatları buz tutacak gibi olmuş. Sisli ormanların üzerinden süzülürken bazen yolunu kaybetmiş. Ama içindeki sevgi ve kararlılık onu hep ileri taşımış. Ara ara dinlenmek için ağaç dallarına konmuş, küçük dereciklerden su içmiş fakat asla vazgeçmemiş.
Nihayet derin bir vadinin dibinde tek başına duran ulu bir çınar görmüş. Bu çınar o kadar büyük, o kadar heybetliymiş ki sanki gökyüzünü tutuyormuş. Yalnız Çınar‘mış burası.
Vadi sessiz ve huzurluymuş ama bir o kadar da hüzünlü görünüyormuş. Elçikuş yorgun kanatlarını toplayıp çınarın gövdesine yakın bir dala konmuş. Nefesini düzenleyip etrafa dikkatle bakınmış.
Bu sırada çınarın yaprakları arasından kanatları incecik, bedeni zümrüt yeşili parıltılarla dolu ama artık yaşlı bir yusufçuk zarifçe süzülmüş. Hareket ederken bile büyülü bir havası varmış. Bu, Zümrüt Kanat‘mış! Elçikuş heyecanla nefesini tutmuş.
— “Zümrüt Kanat?” diye seslenmiş yavaşça.
Yusufçuk şaşkınlıkla Elçikuş’ya bakmış. Bu kadar uzak bir yere kim gelmiş olabilir diye düşünmüş. Elçikuş mor zarfı gagasından çıkarıp nazikçe uzatmış.
— “Bu size ait olabilir mi? Bay Gezgin’den geliyorum…”
Zümrüt Kanat zarfa bakınca gözleri dolmuş. Kanatları titremeye başlamış.
— “Evet… Evet, bu benim eski kağıdım!” diye titreyerek konuşmuş. “Ama bunu yazdığımda çok gençtim. O zamanlar her şey farklıydı. Çok sevdiğim ama bir daha göremediğim bir dost için yazıldı bu… Bay Gezgin için…”
Sesi kısılmış devam ederken:
— “Ben çok aceleciydim ve hep yeni yerler görmek istiyordum. Bu yüzden onun yavaşlığını anlayamadım. Aslında o yavaşlık derin bir düşünce ve bilgelik imiş. Beni affeder mi acaba? Çok pişmanım…”
Elçikuş’un içi sevinçle dolmuş ve Bay Gezgin’in onu çok özlediğini, hala şiirlerini hatırladığını, her gün ondan bahsettiğini heyecanla anlatmış. Zümrüt Kanat mutluluk gözyaşlarına boğulmuş.
— “Onu tekrar görmek… Ondan özür dilemek… Ah, bu ne büyük bir armağan Elçikuş!”
Dostluğun Yeniden Doğuşu

Elçikuş, Zümrüt Kanat’ı nazikçe sırtına almış ve birlikte Çiçek Tepesi’ne, Bay Gezgin’in yanına doğru uçmuşlar. Yol boyunca Zümrüt Kanat heyecandan konuşamamış; sadece hafifçe titriyormuş. Elçikuş da bu anın duygusunu hissederek sessizce uçmuş.
Göl kenarına vardıklarında bay Gezgin hala aynı yerde oturuyormuş. Elçikuş:
— “Bay Gezgin! Size bir misafir getirdim!” diye seslenmiş. Yaşlı kaplumbağa, Zümrüt Kanat’ı görünce gözlerine inanamamış.
Buluştukları an vadinin sessizliğini mutlu çığlıklar ve hıçkırıklar doldurmuş. İki eski dost önce şaşkınlıkla, sonra büyük bir sevinçle birbirlerine sarılmış. Yılların ayrılığını sarılarak, konuşarak, gülerek, ağlayarak telafi etmeye başlamışlar.
— “Seni affet mi? Ben senin beni affetmenini istiyorum!” demiş Zümrüt Kanat.
— “Ben seni hiç suçlamadım dostum, sadece çok özledim,” diye cevap vermiş Bay Gezgin.
Elçikuş bir kenarda bu kalpten kalbe köprü olmanın verdiği derin huzurla onları seyretmiş. İçi görevini yerine getirmenin mutluluğuyla dolmuş.
O günden sonra Bay Gezgin ile Zümrüt Kanat tekrar ayrılmaz iki dost olmuş. Artık birlikte şiir yazıyor, bazen Bay Gezgin’in yavaş adımlarında, bazen Zümrüt Kanat’ın hızlı uçuşlarında buluşuyorlarmış. Birbirlerinin farklılıklarını artık güzellik olarak görüyorlarmış.
Zümrüt Kanat, Bay Gezgin’e uzak diyarların hikayelerini anlatıyor, o da ona derinlemesine düşünülmüş şiirler yazıyormuş. İkisi birlikte kaybettikleri zamanı telafi etmeye çalışıyorlarmış.
Son

Elçikuş gökyüzü postacılığına kaldığı yerden devam etmiş. Ama artık çantasında her zaman birkaç tane soluk mor kağıt taşır olmuş. Çünkü bazen en gizemli mektupların en derin sevgileri taşıdığını farketmiş. Ve onu bulup sahibine ulaştırmak ise gökyüzündeki en güzel şeylerden birisiyimiş.
Artık her postacılık turunda sadece mektup taşımakla kalmıyor kalpleri de birbirine bağlayabiliyormuş. Köydeki çocuklar ona daha çok sevgi göstermeye başlamış. Çünkü Elçikuş’nın hikayesi tüm ormanı dolaşmış. Artık sadece postacı değil, dostlukların koruyucusu imiş.
Ve böylece küçük bir mor zarfla başlayan macera, iki kalbi yeniden birleştiren büyük bir hikayeye dönüşmüş. Elçikuş da en güzel görevin kalpleri birleştirmek olduğunu anlamış – tıpkı gökyüzünün yeryüzünü mavi sevgisiyle sarması gibi.
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Uyku Masalları ve Uzun Masallar sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.