Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, uzak mı uzak, vadilerin sisle dans ettiği, göklerin yıldız tozuyla parladığı bir diyarda, Işıldayan Krallık isminde bir krallık varmış. Bu krallığın padişahı ise daha on iki yaşındayken tahta oturmuş olan genç ve pırıl pırıl bir çocukmuş: Nivarşah.
Saçları gece gibi siyah, gözleri yıldızlar gibi parlakmış. Ancak onu asıl özel kılan ne saçlarının siyahı ne de gözlerinin parıltısıymış; Nivarşah’ın kalbi en derin kuyulardan bile daha derin, en yüksek dağlardan bile daha yüceymiş. Çocuk yaşına rağmen herkes ona danışır, onun sözlerine kulak verirmiş. Çünkü her zaman halkını kendinden önce düşünürmüş.
Krallığın merkezinde göğe değen bir saray varmış. Sarayın tepesi yıldızlardan yapılmış taşlarla süslüymüş. Geceleri gökyüzündeki yıldızlar iner, sarayın duvarlarında parıldarmış. Her sokakta çiçekler açar, her evin önünden küçük nehirler akarmış. Ne var ki eski bir kehanete göre bir gün bu bolluk ve neşe bozulacak ve ancak gerçek lider olan bir padişah krallığı yeniden aydınlatabilecekmiş.
Bölüm 1: Kayıp Işık

Bir sabah mavi olması gereken gökyüzü ağır bir griyle kaplanmış. Hatta Işıldayan Krallık’ın yemyeşil ovaları bir anda solmuş, altın sarısı nehirler kurumuş, kuşlar ötüşmeyi bırakmış.
Sarayın avlusunda toplanan halk endişeyle bekleşiyormuş. Bu sırada sarayın ağır kapıları gıcırdayarak açılmış. İçeriden üzerinde pırıltılı bir cüppe, başında safirlerle süslenmiş bir taç taşıyan Padişah Nivarşah çıkmış.
Yaşlı vezir bastonuna yaslanarak öne çıkmış. Sakalları yere kadar iniyor, gözleri ise bilgelik dolu bir okyanus gibi parlıyormuş. Sesi titrek ama derinmiş:
— “Şahımız, Işıldayan Krallık’ın kalbi olan Yedi Diyarı Aydınlatan Taç bilinmeyen bir güç tarafından çalınmış. Taç olmadan ne güneş doğar, ne su akar, ne de umut büyür. Eski kehanete göre taç yalnızca halkı için yüreğini ortaya koyan gerçek liderin eline geri döner.”
Kalabalıktan mırıldanmalar yükselmiş. Hem ağlıyorlar hem de birbirlerine bakıyorlarmış. O sırada küçük bir kız çocuğu Nivarşah’a doğru koşmuş. Avuçlarında bir çiçek tutuyormuş. Çiçeği Nivarşah’a uzatmış:
— “Lütfen ışığımızı geri getir, padişahım.” demiş.
Nivarşah diz çökmüş, minicik ellerle verilen solmuş çiçeği almış. Gözleri dolmuş ama sesinde kaya gibi bir kararlılık varmış:
— “Söz veriyorum!” demiş, çiçeği göğsüne bastırarak. “Işığımızı geri getireceğim. Çünkü bir padişah halkının kalbinde doğar, tahtında değil!”
Bu sözler avlunun duvarlarında yankılanmış, ardından rüzgar, Nivarşah’ın sözlerini alıp dağlara taşımış.
Vezir başını sallayarak geri çekilmiş. Ardından sarayın en gizli odasının kapıları açılmış ve içeriden bir sandık çıkarılmış. Sandığın içinde ise mavi bir ışıkla parlayan bir kılıç varmış: Parıltıdil.
Vezir kılıcı Nivarşah’a sunarken:
— “Bu kılıç eski kralların emanetidir. Gücü adalette, keskinliği doğruluktadır. Yalnızca saf kalpli biri onu taşıyabilir.” demiş.
Hemen sonra sarayın ahırından Gümüşay çıkarılmış. Gümüşay, gümüşten dökülmüş gibi parlayan asil bir atmış. Nallarından kıvılcımlar saçılır, yelesi ay ışığı gibi savrulurmuş.
Nivarşah, Gümüşay’ın boynuna sarılarak fısıldamış:
— “Bize uzun bir yolculuk görünüyor, dostum. Işığı bulacağız.”
Ve işte böylece Nivarşah, sırtında halkının umudu, elinde Parıltıdil, altında Gümüşay ile birlikte sarayın kapısından çıkmış. Önünde bilinmezliklerle dolu bir yolculuk uzanıyormuş.
Bölüm 2: Bilge Karga

Nivarşah, Gümüşay’ın sırtında günlerce yol almış ve sonunda genişçe bir alana yayılan Ulu Karadelik Ormanı‘nın sınırlarına varmış. Bu ormanın ağaçları o kadar uzunmuş ki dalları adeta gökyüzünü delip geçiyormuş.
Gümüşay bir an duraksamış, kulaklarını dikmiş. Ormanın ortasındaki yosun kaplı eski bir ağaç kovuğunun üstünde tüyleri ay ışığı gibi parlayan bir karga oturuyor, gözleri gökteki yıldızlar gibi bilgece parlıyormuş. Başını yana eğerek derin bir sesle konuşmuş:
— “Ey Nivarşah! Kalbi ışıkla dolu olan genç padişah! Yedi diyarı aşmadan taç bulunmaz. Yolun uzun, sınavların çetin olacak.”
Nivarşah atından inmiş ve kargaya doğru saygıyla eğilmiş:
— “Kalbimi rehber edeceğim, bilge dostum. Yalnız değilim; halkımın umudu benimle.”
Karga gagasıyla yere bir harita çizmiş. Toprak, karga dokunduğunda hafifçe titremiş veyıldız desenli bir yol belirmiş. Haritanın tam ortasında ise parlayan bir ışık damlası varmış.
— “Unutma,” demiş karga, “Gerçek lider yalnızca ileriye bakan değil; düştüğünde kalkmayı bilen kişidir.“
Sonra karga kanatlarını açmış ve bir anda sisle birlikte yok olmuş.
Nivarşah, karganın çizdiği haritayı dikkatle belleğine kazımış ve Gümüşay’ın sırtına atlayarak yoluna devam etmiş.
Bölüm 3: Kayıp Zamanın Gemisi

Ormanın puslu sınırlarını aştıktan sonra, Nivarşah ve Gümüşay, önlerinde kıvrılarak uzanan bir nehir bulmuşlar. Nehrin suları adeta bir cam gibi parlıyormuş. Nehrin ortasında ise yosun kaplı, eski bir gemi duruyor ve gövdesinde “Kayıp Zamanın Gemisi” diye yazıyormuş.
Bu esnada gemiden solgun bir ışık yükselerek zarif bir figür belirivermiş. Bu zamanın koruyucusu olan Züveru isimli bir devmiş. Nivarşah’a doğru eğilmiş ve yumuşak bir sesle konuşmuş:
— “Camdan Nehir’i geçmek isteyen geçmişinden kaçmadan yürümelidir. Unutulmuş pişmanlıklar seni geri çağıracak. Ayakta kalabilecek misin küçük padişah?”
Nivarşah kılıcı Parıltıdil’i kavramış ve gözlerini ileri dikmiş:
— “Korkularımdan değil, hatalarımdan öğrenmeye geldim.” diye cevap vermiş.
Bunun üzerine Züveru, geminin pruvasındaki paslı dümeni çevirmiş. Nehir bir anda dalgalanmış ve Nivarşah’ın önüne bir köprü serilivermiş. Gümüşay’la birlikte köprüyü geçerken nehrin içinde kendi eski hatalarını, başarısızlıklarını ve korkularını görmüş Nivarşah. Fakat başını eğmeden kararlı adımlarla yoluna devam etmiş.
Bölüm 4: Eski Dost, Yeni Düşman

Camdan Nehir’i geçtikten sonra kuru vadiler ve kızıl kayalıklarla kaplı bir diyara varmış. Gökyüzü burada turuncu bir ateş gibi yanıyor, toprak ayaklarının altında kavruluyormuş. Uzakta, rüzgarın savurduğu toz bulutlarının içinde bir kervan belirmiş. Kervanda bir çok insan ve deve varmış. Başlarında ise Nivarşah’ın eski çocukluk arkadaşı Tarhun duruyormuş.
Nivarşah onu görünce sevinçle atından inmiş:
— “Tarhun! Bunca yıldan sonra seni bulmak mucize gibi!”
Tarhun da gülümsemiş ama gözlerinde eski sıcaklık yokmuş. Sesi yumuşak lakin içinde soğuk bir sızı gizliymiş:
— “Nivarşah… Kardeşim! Işığımızı geri getirmek için geldin, öyle mi? Ne yazık ki artık senin yolunla benim yolum farklı…”
O anda kervandaki adamlar kılıçlarını çekmişler. Tarhun ağır adımlarla Nivarşah’ın karşısına geçmiş:
— “Bu krallık güçlü olanın hakkıdır. Ve artık ışığın kime ait olacağını ben seçeceğim.”
Nivarşah derin bir nefes almış. Parıltıdil’i çekmiş ama kılıcını Tarhun’a doğrultmamış. Sesi kararlıymış:
— “Güç korku yaymakla değil bilakis güven vermekle kazanılır!“ demiş.
Kısa ama yoğun bir düellodan sonra Nivarşah, Tarhun’u yere sermiş. Ama kılıcını onun üzerine indirmemiş. Yalnızca elini uzatarak şöyle demiş:
— “Dostluk, ihaneti de aşar. Hâlâ geri dönebilirsin!”
Tarhun gözyaşlarına boğulmuş. Kervandakiler kılıçlarını bırakmışlar. Bu sayede Nivarşah affetmeyi seçerek gerçek bir lider olduğunu bir kez daha kanıtlamış.
Gökyüzünde kara bulutlar dağılmış ve dahası ilk defa mavi bir parıltı belirmiş.
Bölüm 5: Zümrüt Dağı

Günlerce süren yolculuğun ardından, Nivarşah ve sadık dostu Gümüşay, sonunda Zümrüt Dağı‘nın eteklerine ulaşmışlar. Dağ yemyeşil parlayan devasa kayalardan oluşuyor ve sanki dünyanın kalbinden yükselen bir mücevher gibi gökyüzüne uzanıyormuş.
Ancak zirveye giden yol kolay değilmiş. Yollar dolambaçlı, kayalar kaygan ve rüzgar oldukça sertmiş. Her adımda sanki görünmez eller, Nivarşah’ın ayağını kaydırmak için uğraşıyormuş.
Yolun ortasında eski, yosun tutmuş bir kapı belirmiş. Üzerinde tek bir cümle kazılıymış:
Tahta oturmak isteyen önce kalbini açmalıdır.
Nivarşah kapıya yaklaştığında kapı kendi kendine çatırdayarak açılmış ve diğer tarafta karşısına aynalarla dolu bir oda çıkmış. Bu aynalarda kendi farklı yüzlerini görmüş: Korkularını, öfkesini, kibirini… Ve her bir yansıması ona fısıldamış:
— “Bunu da taşıyabilecek misin?”
Nivarşah gözlerini kapatmış, derin bir nefes almış, etraflıca düşünmüş ve şöyle demiş:
— “Ben hatalarımı da sevgim gibi taşıyacağım. Çünkü lider olmak sadece güçlü yanlarını göstermek değil, zayıflıklarınla da var olabilmektir.”
Bunu söylemesiyle birlikte aynalar çatlamış ve aralarından saf bir ışık hüzmesi çıkmış. Işık, dağın tepesinde gizlenen Gerçek Taht‘ın yolunu göstermiş.
Nivarşah zirveye vardığında karşısında gösterişli altınlar ve taşlar yerine sadece sade bir taştan oluşan bir taht bulmuş. Ve tahtın tam üstünde halkın kaybolan umudu olan Yedi Diyarı Aydınlatan Taç saf bir ışık gibi parıldıyormuş.
Nivarşah diz çökmüş ve başını eğmiş. Çünkü gerçek tahta sahip olmak için başını kaldırmak değil eğmek gerektiğini anlamış. O anda tacın ışığı yayılmış, gökyüzü maviye dönmüş, kuruyan ırmaklar yeniden çağlamış, halkın duaları göklere ulaşmış.
Bölüm 6: Işığın Dönüşü ve Gerçek Liderlik

Zümrüt Dağı’ndaki sadelik ve huzur Nivarşah’ın ruhunu aydınlatmış. Gerçek Taht’tan aldığı güç, içindeki liderlik ateşini daha da körüklemiş. Ama halkının mutluluğu ve güveni için bu gücü sadece kendisiyle taşımak istememiş.
Taç’ı başına takarken dağdan gelen bir ses ona şunları söylemiş:
— “Işık yalnızca karanlıkta parlamaz. Gerçek ışık etrafındaki herkesi aydınlatır.”
Daha sonra Nivarşah sarayın yolunu tutmuş. Gümüşay’la birlikte halkının ve dostlarının beklediği yere doğru ilerlerken çevresindeki her şey bir başka güzellik kazanmış. Ağaçlar daha yeşil, toprak daha verimli ve hatta hava daha temizmiş artık.
Saraya vardığında halkı onu büyük bir coşku ile karşılamış. Fakat Nivarşah halkın önünde diz çöküp şöyle demiş:
— “Gerçek liderlik bir tahtta oturmak değil halkının kalbinde yer bulabilmektir. Bu taç sadece bana değil, hepimize ait.”
Sonra sarayın büyük kapısı açılmış ve içeriden bir ışık fışkırmış. Bu ışık yıllardır karanlıkta kalan toprakları aydınlatmış, kaybolan umutları yeniden yeşertmiş. Nivarşah halkını kucaklarken herbirisinin yüzünde güven ve barış görmüş.
Ve işte o zaman Nivarşah’ın içindeki liderlik sadece bir krallığı yönetmekle sınırlı kalmamış; bir halkı sevgiyle, adaletle ve merhametle yönetme gücüne dönüşmüş.
Gökyüzü zümrüt yeşili ışıklarla dolmuş. Taç gerçek liderin başında parlamış ama en parlak ışık kalbinde yanmaya devam etmiş.
Ve böylece Nivarşah, yalnızca bir padişah olarak değil, gerçek bir lider olarak halkına hükmetmeye başlamış. Krallığı, barış, huzur ve sevgiyle büyümüş; halkı ona her zaman güvenmiş….
Gökten üç elma düşmüş: Biri masalı yazanın başına, biri dinleyenin başına, biri de liderlik yolunda yürüyen tüm cesur kalplerin başına…
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Uyku Masalları ve Uzun Masallar sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.