Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, zamanın sükûnetle aktığı, insanların saatlere değil gökyüzüne göre yaşadığı bir diyarda, Sessizay Ormanı‘nın kenarında bir kulübe vardı. Bu kulübede adı pek çok kez unutulup tekrar hatırlanmış ama herkesin Bay Lior diye andığı yaşlı bir adam yaşardı.
Bay Lior yüzünde derin çizgiler taşıyan, saçları beyaz kar gibi, gözleri ise eski kitap sayfaları kadar solgun ama bir o kadar derin bir adamdı. Her gün değil ama her gece elinde titrek ışıklı lambasıyla ormanın içine doğru yürürdü. Kimse onun ne aradığını, nereye gittiğini ya da neden her gece bunu yaptığını bilmezdi. O da anlatmazdı. Yalnızca “Bazı yollar yalnız yürünür ama asla boşuna değildir!” der geçerdi.
Işıltılı Gece

Bir gece rüzgâr neredeyse nefes almayı unutmuş gibiydi. Ay bulutların ardına gizlenmiş, yıldızlar bile göz kırpmaktan vazgeçmişti. İşte tam o anda karanlığın en sessiz anında, ateş böcekleri ortaya çıkmaya başladı. Önce biri, sonra üçü, sonra yüzlercesi… Sanki görünmez bir el karanlığın kumaşını delip bu ışıltılı varlıkları göğe asıyordu.
Bay Lior lambasını kaldırdı, gözlerini kısarak ateş böceklerinin çizdiği desene baktı. Dudakları titredi. Yıllardır beklediği işaret nihayet gelmişti: Yıldız Deseni.
Efsaneye göre bu desen gökyüzünde belirdiğinde kayıp krallığın yerini gösterirdi. O krallık ki zamanın sustuğu bir anda yok olmuştu. Ne halkı, ne sarayı, ne de haritalarda izi kalmıştı. Ama ateş böcekleri sadakatle sırlarını saklamıştı.
Bay Lior bastonunu kavradı, lambasını sıkıca tuttu ve ormanın içine adım attı. Ayakları yumuşak yaprakların üstünde sessizce kayarken ateş böcekleri önünde bir yol açıyordu. Yol düz değildi. Kimi zaman kayaların üstünden geçiyor, kimi zaman alçak dalların altından eğilerek ilerliyordu. Bu yol yalnızca ışığın rehberlik ettiği bir yoldu.
Ormanın Derinlikleri

Gecenin ilerleyen saatlerinde orman daha da yoğunlaştı. Rüzgârın sesi kesildi. Ağaçlar daha da yüksek, gövdeleri daha kalın ve karanlık olmuştu. Ateş böcekleri ise yol boyunca dans etmeye devam etti. Onlar konuşamazdı ama hareketleriyle söylemek istediklerini anlatırlardı. Her bir yol, her bir kıvrım bir hikâyenin harfleri gibiydi. Bay Lior, ateş böceklerinin desenlerini sanki daha önce hafızsında varmış gibi okurdu.
Birden karanlık koyulaştı. Ateş böcekleri titreşti. Gecenin derinliklerinden karaltı gölgeler süzüldü. Bunlar sıradan gölgeler değildi. Unutulmuş korkuların, bastırılmış hatıraların şekil bulmuş halleriydi. Bir zamanlar bu ormanda yaşamış sonra da buhar gibi yok olmuş varlıkların izleriydi. Bay Lior lambasını kaldırdı, ışık halkası genişledi. Gölgeler geri çekildi. Lambanın içindeki ışık yalnızca ateş değildi; içinden geçen her masalı, her hatırayı taşıyordu.
Haritanın Kalbi

Bay Lior lambasının ışığıyla dikkatle yürürken birden ormanın derinliklerinde çürümüş yaprakların yerini yosunlarla kaplı taşlar almaya başladı. Adımlarının altındaki toprak giderek sertleşti. Derken ağaçlar birer birer aralandı ve orman içine sakladığı büyük bir sırrı açığa çıkardı. Kocaman bir çayırlık!
Ne ağaç vardı burada ne çalı. Sadece yıldızsız bir gökyüzüne açılan, sonsuzluk kadar derin ve sessiz bir alan.
Ve sonra bir mucize oldu. Ateş böcekleri bir araya geldi. Kimi gökten süzüldü, kimi yerden havalandı, kimi lambanın içinden sıyrıldı. Hep birlikte dönmeye, daireler çizmeye, ışıkla örülmüş bir ağ gibi desen oluşturmaya başladılar. Bu, basit bir şekil değildi. Aksine bu bir haritaydı!
Bay Lior dizlerinin üzerine çöktü. Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladı. Çünkü haritanın tam ortasında bir zamanlar çocukluğunun geçtiği yerin ışığını gördü. Küçük bir göletin kenarında ateş böcekleriyle oynarken kaybolduğu geceyi hatırladı. Ve o ışık, Bay Lior’un içinde kırk yıldır taşıdığı sorunun cevabını fısıldadı: “Sen o krallığın unutulmuş varisisin!”
Bay Lior çocukken kaybolduğunda krallık da bir uykuya dalmıştı. Ateş böcekleri o zaman onu izleyememişti çünkü henüz onu tanımıyorlardı. Ama şimdi, geçmişini kabul eden, unutmayan, yıllarca masalların izinde yürüyen bu yaşlı adamı tanımışlar ve onu eve getirmişlerdi.
Uyanış

Bay Lior haritanın merkezinde parlayan o ışığa dokunduğunda ormanın üzerine bir sessizlik çöktü. Ne bir yaprak hışırdadı ne de bir kuş öttü!
Ve sonra yerin altından gelen bir titreşim hissedildi. İncecik ama kararlı bir sarsıntı! Sanki toprak derin uykusundan uyanıyor, sakladığı sırrı gün yüzüne çıkarmaya hazırlanıyordu.
Yosunlu taşların altından eski duvarlar yükselmeye başladı. Önce bir sütun… sonra bir kemer.. ardından tamamlanmış bir salonun ana hatları… Orman sarmaşıklarını geri çekti, ağaçlar köklerini geriye sardı. Ve sonunda yüzyıllardır nefes almamış olan krallık toprağın içinden çıktı.
Bay Lior ayağa kalktı ve etrafına baktı. Sonra bir ezgi duyuldu. Bir zamanlar bu krallıkta her sabah çalınan, halkın uyanışına eşlik eden, güneşle birlikte söylenen bir ezgiydi bu.
Derken gizli sarayın büyük kapıları aralandı. İçeriden zamanın bile unuttuğu yüzler belirdi. Bunlar krallığın koruyucularıydı. Ve Lior’u eğilerek selamladılar.
“Hoş geldin, Yıldız Çocuğu,” dediler. “Hatırlaman yeterliydi.”
Ve Masal Bitmeden Önce

Bay Lior gözyaşlarını tutamadı. Çünkü bu krallık öyle bildiğimiz krallıklardan değildi. Ne altınla hükmederdi ne ordularla korunurdu. Bu krallık, hatırlanan şeylerin, unutulmayan duyguların, anlatılan masalların krallığıydı.
Ve tam o anda ateş böcekleri tekrar göğe yükseldi ve bir yıldız halkası oluşturdular. Her biri bir anıyı, bir sesi, bir düşü taşıyarak yavaşça yıldızlara karıştı. En sonunda Bay Lior’un elinden düşürdüğü eski lamba da onlara katıldı. Lamba göğe yükselirken içindeki alev bir yıldıza dönüştü.
O yıldız şimdi hâlâ orada, Sessizay Ormanı’nın üzerinde yanar durur. Derler ki bir gece kalbi kederle dolu bir yolcu ormanda kaybolursa o yıldız yanıp sönerek ona yol gösterir. Ama bu yol sadece kalbi hâlâ çocuk kalanlara açıktır…
İyi geceler, tatlı rüyalar minik kalpler 🌙✨
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Çocuk Masalları sayfamızı inceleyebilirsiniz.