Bir zamanlar, taşların masalları kalelere fısıldadığı, derelerin şırıl şırıl aktığı bereketli toprakların üzerinde, gökyüzüne doğru uzanan heybetli bir Karaman Kalesi varmış. Bu kale, Karaman halkının yüzyıllardır sırtını dayadığı bir can damarı ve en değerli hazinesiymiş.
Kale burçlarından aşağıya bakıldığında görünen yemyeşil ovalar, kıvrımlar çizen ırmaklar ve uzaktakin dağlar insanı mest edermiş. Halkı da tıpkı bu topraklar gibi çalışkan, gönlü zengin, misafirperver ve bir o kadar da gözü pekmiş.
Karaman Kalesi Tehlikede

Fakat bir gün bu huzurlu diyara kara bulutlar çökmüş. Uzak diyarlardan gelen sayıları belirsiz, yürekleri kinle dolu, adları anıldığında bile tüyler ürperten düşman askerleri Karaman Kalesi’ni dört bir yandan kuşatmışlar. Ok ve yayları, kılıç ve mızraklarıyla kalenin eteklerine yığılmış ve adeta bir sel gibi her yanı sarmışlar. Kalenin etrafında uğultulu bir sessizlik başlamış.
Ve ne yazık ki tam da o sıralar, Karamanoğlu Beyliği’nin yiğit askerleri başka bir seferdeymiş; vatanı savunmak için çok uzaklardaki düşmanlarla pençeleşiyorlarmış. Bu sebeple kalede eli kılıç tutacak, kaleyi savunacak yeterli sayıda asker bulunmuyor ve herkes eli kolu bağlı bir şekilde beklemekten başka çare bulamıyormuş.
Kaledeki herkesin yüreğine kor düşmüş, sanki her an bir fırtına kopacak gibi derin bir endişe sarmış dört bir yanı. Çocukların sesleri kesilmiş, kadınların neşeli şarkıları susmuş, erkeklerin çehrelerinde derin çizgiler belirmiş.
Kale içindeki bilge yaşlılar ve ileri gelenler bir araya gelmiş ve akıl akıldan üstündür diyerek sabaha kadar çare aramışlar. Gözleri pencerede, kulakları dışarıdaki uğultuda, adeta iğne atsan yere düşmez bir sessizlik içinde, bir çıkış yolu bulmaya çalışıyorlarmış.
Zaman daralıyor, düşman karanlığın çökmesini, zafer naraları atacakları o anı sabırsızlıkla bekliyormuş. Kalede ise umut ışıkları birer birer sönüyormuş!
Çoban Dede

Karaman Kalesi’nin içindeki endişeli bekleyiş sürerken, bilge yaşlılar ve ileri gelenler umutsuzluğa kapılıp kara kara düşünüyorlarmış. Gözleri kapılardan gelen her sese, gönülleri ise bir kurtuluş mucizesine kanat çırpıyormuş.
İşte tam bu sırada, sessizce oturan, ak sakallı, yılların yorgunluğunu yüzündeki derin çizgilere saklamış, lakin gözleri hala ışık saçan Çoban Dede yavaşça yerinden doğrulmuş. Hiçbir zaman yanından ayırmadığı asası sanki elinde bir yaşam ağacı gibi duruyormuş. Herkes merakla ona dönmüş çünkü Çoban Dede’nin ağzından çıkan her kelime bilgelik doluymuş.
Derin bir nefes alan Çoban Dede söze başlamış:
— “Ey benim güzel Karaman halkım! Biliyorum, yürekleriniz daralmış, umutlarınız tükenmiş gibi görünüyor. Lakin unutmayın ki her karanlığın sonunda bir ışık vardır. Bizim kılıçlarımız belki az ama aklımız keskin bir bıçak gibi.”
— “Gelin, Karaman’da ne kadar koyun ve koç varsa toplayalım. Her birinin boynuzlarına geceden birer fener asalım. Sonra da bu fenerli sürüyü düşmanların bulunduğu yere doğru sürelim. Düşman askerleri karanlıkta parlayan bu sayısız ışığı gördüklerinde üzerlerine koskocaman bir ordu geliyor zannedecektir. Belki de bu oyunumuza kanar, korkularından kuşatmayı kaldırıp geri dönerler.”
— “Ne dersiniz, denemeye değmez mi?”
Çoban Dede’nin bu akıl dolu fikri önce bir sessizliğe sebep olmuş, ardından salonu hafif bir fısıltı kapamış. Bazıları kaşlarını çatmış, bazıları şaşkınlıkla birbirine bakmış, hatta bu fikrin çocukça olduğunu düşünenler bile olmuş. Lakin içlerinde umut kıvılcımları yananlar Çoban Dede’nin gözlerindeki kararlılığı görmüşler.
— “Dede haklı!” diye bir ses yükselmiş.
— “Kaybedecek bir şeyimiz yok! Ne yapsak kardır!” diyerek fikri destekleyenlerin sayısı artmış.
Nihayet bilge yaşlılar da bu fikri akla yatkın bulmuşlar ve Çoban Dede’ye minnetle bakmışlar.
Fenerli Koyunlar

Karaman halkı, Çoban Dede’nin akıl dolu fikrini duyar duymaz adeta bir arı kovanı gibi çalışmaya başlamış. Herkes el birliğiyle geceyi aydınlatacak fenerleri titizlikle hazırlamış. Kimisi eski yağ lambalarını parlatmış, kimisi de küçük kumaş parçalarını yağlara batırarak fitil yapmış. Çocuklar bile bu çalışmaya dahil olmuş ve büyüklerine yardım etmek için yarışa girmişler.
Koyunlar, koçlar ve kuzular kalenin geniş avlularında toplanmış, ne olup bittiğini anlamaz gözlerle etraflarına bakınıyorlarmış. Her bir koyunun, özellikle de boynuzları güçlü olan koçların boynuzlarına özenle hazırlanan fenerler sıkıca bağlanmış.
Hava kararmaya başladığında yüzlerce, hatta binlerce fener, Karaman Kalesi’nin avlusunu adeta bir yıldız tarlasına çevirmiş. Herkesin yüzünde bir umut parıltısı varmış.
Gece yarısına doğru düşman askerlerinin en çok beklediği o an gelip çatmış. Kalenin kapıları usulca aralanmış ve çobanlar fenerli sürülerini yavaşça bayır aşağı doğru sürmeye başlamışlar.
Yüzlerce fener, birer birer hareketlenerek karanlığın içine doğru süzülmüş. Işıklar tepeden aşağıya doğru adeta bir nehir gibi akarken ardı sıra oluşan devasa gölgeler bu manzarayı daha da korkutucu bir hale getirmiş.
Fenerler titrek ışıklarıyla kalabalık bir ordu izlenimi yaratmış, sanki adım adım ilerleyen, demir zırhlı sayısız askerin kılıçları ve miğferleri ışık saçıyor gibiymiş.
Kalenin etrafını sarmış olan düşman askerleri bu olağanüstü manzarayı görünce şaşkınlık içinde donup kalmış. Gözleri faltaşı gibi açılmış, ağızları bir karış açık kalmış. İçlerinden biri bağırmış:
— “Eyvah! Bu da ne? Nereden çıktı bu koca ordu?”
Bir başkası dehşet içinde haykırmış:
— “Sayıları çok fazla! Üzerimize doğru geliyorlar!”
Panik dalgası düşman askerlerinin arasında hızla yayılmış. At üstündeki komutanları bile durumu anlayamamış ve neye uğradığını şaşırmış. Herkesin aklı başından gitmiş! Derken karanlık geceyi inleten sesler yükselmiş:
— “Kaçın! Kaçın yoksa bizi ezecekler!”
Kılıçlarını ve mızraklarını bırakarak, can havliyle, geldikleri gibi arkalarına bile bakmadan hızla geri çekilmişler. Geride toz bulutundan başka hiçbir şey kalmamış!
Zafere Uyanış

Korku ve panik içinde kaçan düşman askerleri geride sadece toz bulutları bırakmış. Karaman halkı ise kalenin içinde sabaha kadar diken üstünde beklemiş. Kimsenin gözüne uyku girmemiş, herkesin kalbi bir kuş gibi çarpıyormuş.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte ufukta beliren kızıllıklar kalenin surlarına vurunca, Çoban Dede ve birkaç cesur asker kapıları yavaşça aralamış. Dışarıda düşmandan eser yokmuş! Sanki bir anda buhar olup uçmuş ve geldikleri gibi gitmişler.
Koca ordudan geriye sadece ayak izleri ve yere düşmüş paslı mızrak ve kılıçlar kalmış.
Bu haber kalenin içinde bir anda kulaktan kulağa yayılmış. Her yerde yankılanan sesler yükselmiş:
— “Düşman kaçtı! Kalemiz kurtuldu!”
Kalede adeta bayram havası yaşanıyormuş. Kadınlar sevinçle birbirlerine sarılmış, çocuklar sevinç çığlıklarıyla koşuşturmuş, yaşlıların gözlerinden mutluluk gözyaşları akmış.
Böylece Çoban Dede’nin akıl dolu planı sayesinde Karaman halkı büyük bir felaketin eşiğinden dönmüş. Halk ona karşı derin bir minnetle dolup taşmış ve ona teşekkür ederek hayranlıklarını dile getirmiş.
Masalın Verdiği Ders

Bu hikaye rüzgarla birlikte dağları aşıp uzak diyarlara kadar ulaşmış ve Karaman’ın kurtuluşu dillere destan olmuş.
Zekâ, cesaret ve birlik olmanın gücü ile en aşılamaz görünen engellerin bile birer birer aşılabileceğini herkes anlamış. Ayrıca her şeyin tükenmiş gibi göründüğü anlarda bile bir çıkış yolunun bulunabileceğini de böylece ispatlanmış. Hatta bazen en basit gibi görünen fikirlerin bile hayat kurtarabileceğini herkes görmüş
Bu olaydan sonra ne zaman beklenmedik bir durum yaşansa ya da birileri zekice bir oyunla işlerin gidişatını değiştirse insanlar hemen o meşhur sözü hatırlamışlar: “Karaman’ın koyunu, sonra çıkar oyunu!“
Bu deyiş ağızdan ağıza, nesilden nesile aktarılarak günümüze kadar ulaşmış. Karaman’ın koyunları sadece bir sürünün parçası olmakla kalmamış aynı zamanda zekânın, cesaretin ve birlik olmanın bir sembolü haline gelmişler.