Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, geniş ve gür ormanların derinliklerinde, neşeyle ağaçlara tıklayan bir ağaçkakan yaşarmış. Bu ağaçkakanın adı Tıkır‘mış. Tıkır, sabahın erken saatlerinde uyanır, parlak güneş ışığı ağaçların arasından süzülürken uzun gagasıyla ağaç gövdelerine “tık tık” diye vurur, hem yiyecek bulur hem de ormanın sessiz sakinlerini bu tıklama sesiyle uyandırırmış.
Tıkır tıpkı ormandaki diğer hayvanlar gibi meraklı bir kuşmuş. Ama onun merakı sadece ağaçların içinde gizlenmiş böceklerle sınırlı değilmiş. Ormanın en uzak, en gizemli köşelerinde neler olduğunu hep merak edermiş. Ormandaki yaşlı hayvanlar sık sık ona, “O tarafa gitme, orada kimsenin keşfetmediği sırlar var. Ormanın derinlikleri tehlikelerle doludur,” derlermiş. Ama Tıkır bu uyarılara aldırmazmış. “Merak etmezsem, yeni şeyler keşfedemem. Keşfetmezsem nasıl büyürüm?” dermiş kendi kendine.
Bir gün Tıkır içindeki bu büyük merakla ormanın en derin köşesine gitmeye karar vermiş. Ormandaki arkadaşlarına, “Bugün çok farklı bir yere gidiyorum” demiş. Tavşan, kertenkele ve baykuş onun bu kararlılığını görünce endişeyle bakmışlar.
Tavşan, “Tıkır, o derin ormanda ne arıyorsun? Hiç kimse o taraflara gitmiyor. Orası çok karanlık ve gizemli!” demiş.
Ama Tıkır gülümseyerek, “Eğer merakımı gidermezsem asla bilemem. Belki de orada hiç kimsenin görmediği harika şeyler vardır.” demiş.
Ve böylece Tıkır kanatlarını çırparak ormanın daha önce hiç gitmediği bölgesine doğru yol almış. Önceleri orman her zamanki gibi neşeli ve aydınlıkmış. Ağaçların arasından tatlı bir esinti gelir, kuşlar şakır şakır ötermiş. Ancak Tıkır ilerledikçe ağaçlar daha sıklaşmaya, gökyüzü ise kararmaya başlamış. Ağaç dalları o kadar kalınlaşmış ki güneşin ışıkları ormanın bu kısmına ulaşamıyormuş.
Tıkır biraz ürkmesine rağmen yoluna devam etmiş. “Beni hiçbir şey durduramaz!” diyerek karanlık ormanın derinliklerine doğru ilerlemiş. Tam bir anlık sessizlik çökmüşken karşısında büyük, eski bir meşe ağacı belirmiş. Ama bu ağacın altında devasa, yosunlarla kaplanmış eski bir kapı varmış. Bu kapı, ormanın geri kalanından bambaşka bir dünyaya ait gibi görünüyormuş. Kapının üzerinde ise eski desenler ve motifler yer alıyormuş.
Tıkır gözlerini kocaman açarak kapıya bakmış. “Bu da ne böyle? Ormanda kapı olur mu hiç?” diye kendi kendine mırıldanmış. O kadar şaşırmış ki gagasıyla kapının sert yüzeyine yavaşça dokunmuş.
Tam o sırada, küçük bir cırcır böceği yakınlardan bir yerden çıkagelmiş ve Tıkır’a seslenmiş: “Tıkır buraya ne yapmaya geldin? Sakın o kapıyı açma! Kimse nehrin ötesindeki bu kapının ardında ne olduğunu bilmiyor. Açarsan başına kötü şeyler gelebilir.”
Ama Tıkır her zamanki gibi cesurmuş ve merakı onu daha da cesaretlendirmiş. “Belki de kapının arkasında keşfedilmemiş bir güzellik vardır! Bunu öğrenmeden geri dönemem.” demiş.
Cırcır böceği, Tıkır’ı durdurmak istemiş ama Tıkır kararlıymış. “Merak, her zaman yeni yollar açar. Eğer korkularımın peşinden gitmezsem hiçbir zaman yeni şeyler öğrenemem.” diye düşünmüş.
Kapının üzerindeki büyük tokmağı yavaşça kaldırmış ve güçlü bir şekilde vurmuş. “Tık, tık, tık!” Kapıdan yankılanan ses ormanın derinliklerinde kaybolmuş. Kapı yavaşça gıcırdayarak açılmış. Tıkır içine bir adım atmış ve karşısındaki manzarayı görünce nefesi kesilmiş.
Kapının ardında, ormanın geri kalanından tamamen farklı bir dünya varmış. Parlak bir ışık, rengârenk çiçeklerle dolu yemyeşil bir bahçeyi aydınlatıyormuş. Ağaçlar gökyüzüne doğru yükselen dallarıyla kocamanmış ve yaprakları altın gibi parlıyormuş. Bir yanda pırıl pırıl bir şelale akıyor, su damlacıkları etrafa inci gibi saçılıyormuş. Her yerde tatlı bir meltem esiyor, çiçeklerin mis kokusu havayı dolduruyormuş.
Tıkır hayranlıkla etrafına bakarken içinden “Burası gerçekten büyülü bir yer!” diye mırıldanmış. Tam o sırada bahçenin ortasında devasa bir kristal taş fark etmiş. Taş parlak renklerle ışıldıyor sanki içine bakan herkesi kendine çekiyormuş.
Merakı giderek artan Tıkır kristale doğru ilerlemiş. Tam ona dokunmak üzereyken arkasından yaşlı bir ses duyulmuş:
“Dikkatli ol Tıkır. Her şeyi keşfetmek iyi bir şey değildir.”
Tıkır hızla arkasına dönmüş ve karşısında gri tüyleriyle bilge bir sincap görmüş. Sincap hafifçe başını sallayarak ona yaklaşmış.
“Bu kristal, büyük bir bilgelik taşıdır. Ama ona dokunan yalnızca aradığı şeyi değil, kendi içindeki en derin korkularını da bulur. Ona dokunmadan önce iyi düşün!” demiş.
Tıkır şaşkınlıkla sincaba bakmış. “Ama burası çok güzel, kristale dokunarak daha fazla şey öğrenebilirim.” demiş. Ancak sincabın sözleri ona bir an duraksatmış.
Bilge sincap, ona sakin bir şekilde gülümsemiş:
“Bazen her şeyi öğrenmeye çalışmak, tehlikeli olabilir. Gerçek bilgelik, her şeyi bilmek değil, ne zaman duracağını bilmekten geçer. Merak güzeldir ama sınırlarını bilmek daha da güzeldir.”
Tıkır kristale son bir kez bakmış ve derin bir nefes almış. İçindeki merak ne kadar güçlü olursa olsun sincabın haklı olduğunu anlamış. Hayatta her sorunun cevabı olmayabileceğini, bazı şeylerin gizem olarak kalmasının daha iyi olduğunu fark etmiş. Gözlerini sincaba çevirip gülümsemiş.
“Belki de en büyük bilgelik, bazı soruların peşinden gitmeyi bırakmaktır,” demiş.
Sincap başını onaylayarak eğmiş: “İşte şimdi gerçek bir bilge oldun.”
Tıkır kapıdan geri çıkarken içi huzur dolmuş. Kapıyı yavaşça kapatıp eski yoluna geri dönmüş. Bu keşif ona hayatın en büyük dersini vermiş: Merak güzel bir şeydir, ama bazen bazı şeyleri olduğu gibi bırakmak daha iyidir.
Gökten üç elma düşmüş: Biri Tıkır’ın, biri bilge sincabın, biri de bu masalı dinleyenin başına…
Tavsiye: Bu masala benzer masal okumak için Uzun Masallar sayfamızı inceleyebilirsiniz. Ayrıca sesli ve animasyonlu masal izlemek istiyorsanız YouTube Kanalımızı ziyaret edebilirsiniz.