Bir zamanlar gökyüzünde incecik bir tüy gibi süzülen Mavi Martı adında bir martı varmış. Neden mi Mavi demişler ona? Çünkü diğer martılar bembeyazken onun kanatlarının ucunda deniz mavisi tüyler varmış. Ne zaman kanat çırpsa o mavi tüyler gökyüzünde su damlaları gibi ışıldarmış. Güneş ışığını tutar, denizden kopup gelen rüzgârla birlikte dans edermiş.
Çocuklar onu gökyüzünde görünce sevinçle parmaklarını uzatır, “Bakın, mavi kanatlı martı geliyor!” diye bağırırlarmış. Balıkçılar ise onu uğurlu sayarlarmış. Çünkü Mavi’nin görüldüğü gün deniz bereketli olurmuş.
Mavi’nin yaşadığı yerin ismi Poyraz Sahil Kasabası imiş. Bu kasaba öyle güzel, öyle huzurluymuş ki sabahları minik tekneler denizin üstünde süzülür, çocuklar yalın ayak kumlara basarak koşturur, martılar gökte çemberler çizer, dalgalar bazen usul usul şarkılar söyler, bazen de köpük köpük kahkahalar atarmış. Ayrıca kasabanın en uç noktasında, kayalık bir yamaçta yükselen eski bir deniz feneri varmış. Bu fener geceleri denizi aydınlatır, gündüzleri ise martılara gölgelik yaparmış.
Mavi Martı diğer martılardan oldukça farklıymış. Gökyüzünde süzülürken insanların dertlerini duyar, yüz ifadelerini incelermiş. Kim neye üzülmüş, kimin yüreği sevinçle dolmuş, hepsini dikkatlice izler, anlamaya çalışırmış. Çünkü Mavi’nin kalbi de tıpkı kanatları gibi farklıymış — yardım etmeyi, başkalarının yarasına merhem olmayı çok ama çok severmiş.
Kayıp Tekne

Bir gün gökyüzü ansızın kararıvermiş. Önce denizin sesi değişmiş. Usul usul konuşan dalgalar birden sinirlenmiş de köpürmeye başlamış sanki. Rüzgâr uğuldamış, bulutlar üst üste binmiş, gökte gri bir perde oluşmuş. Sonra kasabanın sokakları rüzgârla savrulan yosun kokusuyla dolmuş.
Balıkçılar “Fırtına geliyor!” diye bağırarak teknelerini kıyıya çekmişler. Çocuklar annelerinin kollarına tutunmuş, yaşlılar evlerinin camlarını örtmüş. Tüm kasaba rüzgârın dilini anlamış: tehlike yakındaymış!
Tam o sırada bir haber yayılmış kıyı boyunca:
— “Ali denizde kaldı! Küçük balıkçı Ali teknesiyle fırtınaya yakalandı!”
Kalabalık bir anda susmuş. Ali’nin teknesi hâlâ açık denizdeymiş. Herkes birbirine bakmış ama kimse denize açılamamış. Çünkü böyle bir fırtınada en usta denizciler bile yolunu kaybedebilirmiş. İşte tam o anda Mavi başını kaldırmış. Gagasıyla bir çakıl taşını yere bırakmış ve gözlerini karanlık göğe dikmiş. “Bir şey yapmalıyım!” demiş içinden.
Kanatlarını açmış ve fırtınaya aldırmadan bir çırpışta göğe yükselmiş. Uzun süre gökyüzünde uçmu. Yağmur gözlerini yakmış ama yılmamış. Rüzgâr kanatlarını sarsmış ama durmamış. Deniz öfkeyle haykırsa da yolundan dönmemiş.
Bir süre sonra gökyüzünde garip bir ışık belirmiş. Renkleri değişen, kıvılcımlar saçan, adeta gökyüzünün ortasında yüzen bir ışık küresiymiş bu. Mavi merakla yaklaşmış. Kürenin içinden yumuşak ama güçlü bir ses duyulmuş:
— “Ey gökyüzünün cesur yolcusu! Sen yardım için yola çıkan kalplerden birisin. Al bu Yön Yıldızı Tüyünü. Başının üstüne koyduğunda seni doğru yola götürür.” demiş.
Mavi, ışığın içinden çıkan tüyü almış. Başının üzerine koyduğu anda gökyüzünde gümüşten bir çizgi belirmiş. Ve o çizgiyi izleyerek karanlık dalgalar arasında küçük bir teknenin siluetini seçmiş.
Ali korkmuş gözlerle gökyüzüne bakıyormuş. Mavi yüksekten bir çığlık atmış, Ali başını kaldırmış ve tüyü görmüş. “Mavi Martı!” demiş heyecanla. “O geldi!”
Mavi, ışıklı tüyüyle teknenin etrafında dönmüş ve fenerin yönünü göstermiş. Ali ise dalgalarla boğuşarak dümeni çevirmiş ve sonunda Mavi’nin sayesinde kasabanın limanına ulaşmış.
Kıyıya vardıklarında herkes “Yaşasın Mavi!” diye bağırmış. Ama Mavi o sırada sessizce fenerin tepesine konmuş ve gökyüzüne bakarak şöyle demiş:
— “Yardım edebildiysem, o zaman gerçek bir martıyım.”
Kayıp Kedi ve Konuşan Balık

Ertesi sabah fırtınadan sonra deniz durulmuş, gökyüzü pamuk gibi olmuş. Ancak kasabanın en neşeli çocuğu olan Elif, gözleri yaşlı halde sahile gelmiş.
“Yavru kedim Pamuk kayboldu!” demiş hıçkırarak. “Gece fırtınada dışarı kaçmış, hâlâ dönmedi…”
Mavi hemen kulaklarını dikmiş. Kalbindeki yardım etme arzusu yeniden alevlenmiş. Kanat çırpmış ve sahilde uçmaya başlamış. Kıyı boyunca çalılıklar, kayalıklar, terk edilmiş sandıklar arasında dolanmış ama Pamuk ortada yokmuş.
Tam o sırada yosunlarla kaplı bir taşın yanında minik, parlak pullu bir balık belirmiş. Gözlerini kırpıştırarak Mavi’ye seslenmiş:
— “Şşşşt! Martı! Sen misin o yardımsever kuş?” demiş cılız ama neşeli bir sesle.
Mavi şaşırmış.
— “Sen kimsin?” diye sormuş.
— “Ben Balık Pilli‘yim. Eskiden deniz masallarında adı geçen konuşan balıklardanım. Yardım çağrısını duydum. Kayıp kediyi arıyorsun, değil mi?” diye cevap vermiş.
Mavi başını sallamış. Balık pörtlek gözleriyle kıyıdaki deniz fenerini işaret etmiş:
— “Fırtınada açılan eski mahzen kapısından içeri girmiş. Orası karanlık, labirent gibi bir yer. Ama sana yardımcı olabilirim. Al bu ışıklı deniz damlasını. Sana karanlıkta yol gösterir.” demiş.
Mavi, damlayı gagasına almış ve fenerin altındaki taş kapıdan içeri süzülmüş. Mahzen yosun kokan taşlarla doluymuş. Tavandan sarkan örümcek ağları, duvarlarda deniz kabukları, yerde paslanmış zincirler varmış.
Mavi, ışıklı damlayla yolu aydınlatmış. Bir süre sonra eski bir haritanın üstünde kıvrılmış uyuyan Pamuk‘u bulmuş. Harita, üzerinde garip şekiller olan gizemli bir ada gösteriyormuş. Ama Mavi şimdilik onu cebine koymuş. Çünkü önce yardım edilmesi gereken bir dost varmış.
Yavru kediyi gagasına zarar vermeden sırtına bindirmiş ve ışıklı damlayı takip ederek dışarı çıkarmış. Elif gözyaşlarıyla Pamuk’a sarılmış ve defalarca “Teşekkür ederim Mavi!” demiş.
Deniz Fenerinin Sırrı

Pamuk’un kurtarıldığı gecenin ardından, Mavi yeniden deniz fenerinin tepesine konmuş. Uzaklara, gözün göremediği yerlere bakmış. Bir martının yüreğiyle, bir bilgenin sessizliğiyle iç geçirip şöyle demiş:
— “Ne çok sır saklıyor bu kasaba… Ve kim bilir daha kimlerin yardıma ihtiyacı var?”
O sırada başının üstünde bir yıldız kaymış. Yıldızın izini takip etmek istemiş ama gökyüzü değil, deniz çağırmış bu kez onu.
Fenerin altında, daha önce hiç dikkatini çekmediği bir taş görmüş. Gece ışığında hafifçe titriyormuş. Sanki yerin altından bir şey nefes alıyormuş gibi. Merakla taşın üzerine konmuş ve sonra taş birden hafifçe sarsılmış! Zeminden eski, yosunlu bir kapak yükselmiş ve alttan fısıltılı bir ses duyulmuş:
— “Yardım isteyen sadece insanlar değildir, Mavi. Biz de unuttuklarımızı hatırlamak isteriz!” demiş ses.
Mavi irkilmiş fakat geri çekilmemiş. Cesareti, korkusundan kuşkusuz daha güçlüymüş. Kanatlarını topladığı gibi kapaktan içeri süzülmüş. Altta, taş merdivenlerden oluşan bir geçit varmış. Gittikçe derinleşiyor ve geçit büyülü taşlarla aydınlanıyormuş. Duvarlarda çizilmiş eski semboller, kabartmalar, gözleri andıran figürler varmış.
Bir süre gittikten sonra devasa bir oda çıkmış karşısına. Tavanı inciden, duvarları mercandan yapılmış gibiymiş. Ortada dönen, yavaşça parlayan bir küre ve kürenin içinde de hem fenerin ışığı hem de denizin sesi varmış. Bu, deniz fenerinin kalbiymiş.
Küre konuşmuş:
— “Ben bin yıldır buradayım, Mavi. Fenerin kalbi benim. Bu kasabadaki ışığı, güveni ve dengeyi ben sağlarım. Ama yıllardır uyuyordum. Çünkü insanlar yardımlaşmayı unutmuştu. Senin kanatlarınla yeniden uyanıyorum.”
Mavi’nin gözleri büyümüş.
— “Nasıl yani? Benim yardım edişim mi seni uyandırdı?” diye sormuş.
Küre parıldamış.
— “Yardım etmek sadece ihtiyaç gidermek değildir. Kalpten gelen ışığı paylaşmaktır. Sen bu ışığı taşıyan martısın. Artık sana bir emanetim var.” diye cevap vermiş.
Ve o anda küre, Mavi’ye küçük bir parlak taş vermiş. Bu taşın adı Işık Taşı imiş. Nerede bir kalp karanlıktaysa, bu taş orada parlayarak yol gösterirmiş. Fakat bir şartla: Taş sadece karşılıksız yapılan yardımlarda ışıldarmış.
Mavi, taşı gagasına almış, kalbine yakın bir yere gizlemiş. Fenerin kalbi ona göz kırpar gibi parlamış.
— “Kasabanın ışığı seninle nefes alacak artık.” demiş son kez.
Mavi dışarı çıktığında sabah olmuş. Gökyüzü pembeye, deniz altın sarısına boyanmış. Ama kasabanın üstünde garip bir sessizlik varmış…
Yıkık Köprü

O sabah kasabanın kuzey ucundaki eski ahşap köprü yıkılmış. Kuzeydeki yaşlılar ve güneydeki çocuklar artık birbirini göremez olmuş. Sonuçta bu köprü iki yakanın insanlarını birbirine bağlayan tek yolmuş. İnsanlar, “Zaten biz yıllardır pek görüşmezdik!” demeye başlamış.
Mavi, gökyüzünden bakarken bunun sadece bir köprü meselesi olmadığını fark etmiş. Bu aynı zamanda kalpler arasındaki köprünün de yıkılmasıymış! Işık Taşı’nı çıkarıp yukarı kaldırmış. Taş sönükmüş. Çünkü kimse yardım istemiyor, kimse de yardım etmeye yanaşmıyormuş.
Tam o sırada yaşlı bir teyze bastonuna dayanarak köprü başına gelmiş. Ardından bir çocuk. Sonra bir genç kız, sonra bir balıkçı… Her biri kendi elinde bir tahta, bir ip ve bir çiviyle gelmiş. Mavi Martı gökte dönmüş ve “Şimdi!” demiş içinden.
Taşı yeniden kaldırdığında Işık Taşı pırıl pırıl parlamış. Tahtaların üzerine ışık düşmüş, eller güçlenmiş, köprü yeniden yükselmiş.
Köprü tamamlandığında kasabalılar birbirine bakmış. Göz göze gelen herkes utangaçça gülümsemiş. Yaşlılar torunlarına, gençler çocuklara hikâyeler anlatmaya başlamış.
Kalbin Kanatlarıyla Uçmak

Poyraz Sahil Kasabası‘nda artık başka bir ışık varmış. Geceleri sadece deniz feneri değil, insanların gözleri de parlıyormuş. Çocuklar yolda yürüyen yaşlılara selam vermeye, balıkçılar fazla avladıkları balıkları paylaşmaya, önceden selamlaşmayanlar selamlaşmaya başlamış. Kimi zaman bir dilim ekmek, kimi zaman küçük bir söz bile iyilikten bir köprü kurar olmuş.
Mavi Martı her sabah güneşle birlikte uyanır, denizi selamlar, limana uğrar, fenerin üzerinden geçermiş. Her zaman yardım edilecek birini aramazmış artık — çünkü insanlar, Mavi’den öğrendikleriyle birbirine yardım eder olmuş.
Ama o yine de tetikteymiş. Çünkü yardımlaşmanın unutulduğu anda fenerin ışığının söneceğinin farkındaymış. Ve karanlık her zaman pusuda bekler, kalpler birbirinden uzaklaştığında göz gözü görmez olurmuş.
Böylece Mavi Martı yardımseverliğin sembolü olmuş. Her gece kasabanın çocukları uyumadan önce gökyüzüne bakar, mavi bir çizgi ararmış. Eğer o çizgiyi görürlerse gülümser, birbirlerine fısıldarlarmış:
“Mavi burada. O hâlâ bizden yana!”
Ve masal burada biter ama ışığı kalplerde sürekli yanar.
Öneri: Bu masala benzer masal okumak için 4 Yaş Masalları ve 5 Yaş Masalları sayfalarımızı inceleyebilirsiniz.